Gerçek hayatta kimse Behzat Ç. gibi bir polisle karşılaşmak istemez. Alkollü, gelip senle "lanlı lunlu" konuşuyor. Ama TV'de görünce, bir de kötülere karşı bir mücadele ediyorsa seviyorsun. Galiba biraz da şöyle bir tarafı var işin. Eskiden Hulusi Kentmen'in canlandırdığı babacan polis tipi vardı. Bunun gerçek hayatta bir karşılığı yoktu. Ama Behzat Ç.'nin gerçek hayatta bir karşılığı var. Hayatta bu tür polisleri gördüğümüz için insanlara inandırıcı geliyor.
- Henüz kategori yok.
-
Girona Küme Düşme Hattından Çıkış Arayışında: Alavés M…08.11.2025
-
Adanalı Genç İş İnsanı Mehmet Hanifi Kalo Hayatını Kay…08.11.2025
-
Irmak Ünal'dan Kanserle Mücadele Sürecine Dair Samimi …08.11.2025
-
Schalke ve Elversberg Zirve Yarışında: Gençler Sahne A…08.11.2025
-
Premier Lig'de Büyük Heyecan: Tottenham - Manchester U…08.11.2025
-
Şanlıurfaspor'dan PFDK Kararına Sert Tepki: İtiraz Red…08.11.2025
-
Gaziantep'te Umre Yolcusunu Karşılamaya Giden Aile Tra…08.11.2025
-
Premier Lig'in Zirve Yarışında Tottenham-Manchester Un…08.11.2025
-
Hull City, Portsmouth Karşısında Evinde Galibiyet Arıy…08.11.2025
-
Sakaryaspor - Serikspor Karşılaşması Öncesi Son Durum …08.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
Emrah Serbes
Sevdiğiniz biri size hayallerini anlatmıyorsa onun rüyalarını yorumlamaktan başka seçenek kalmaz elinizde. Bir şeyi çok isterseniz rüyasını görürsünüz çünkü.
Galip, "Ben aşık oldum kardeşim," dedi. "Farkındayım," dedim. "İlk defa aşık oldum." "Onuda biliyorum." "Ne yapacağım?" "Hiçbir şey," dedim. "Oturup çorbanı içeceksin." "Hiçbir şey yapamazsın. Belki şarkı sözlerine biraz daha dikkat edebilirsin bu aralar."
"Ne iş yapıyorsun?" diye sordu. "Ansiklopedi işindeyim." "Ansiklopedi mi pazarlıyorsun?" "Hayır, yazıyorum." "Ne Ansiklopedisi?" "Hisler Ansiklopedisi. İnsan duygularını sınıflandırıyorum. Biraz saçma gözükebilir ama gerçek. Üçüncü cilde geldim. Üçüncü defter yani." "A’dan Z’ye mi gidiyorsun?" "Hayır, en zararsız duygulardan başladım en çok yaralayanlara doğru gidiyorum." "İyi o zaman," dedi. "Bir gün bitirirsen haber ver. Okumaya sondan başlayayım."
Mutlu olabilmek için bir sürü faktörün bir araya gelmesi gerekir. Mutsuzluk için tek bir neden yeter.
Hiç kimse bıçakla kesilmiş gibi terk edemez bu dünyayı. Bir insanın tam manasıyla ölmesi için onu hatırlayan hiç kimsenin kalmaması gerekir.
Bu gezegende, iki insanın birbirlerine duydukları sevgi, bir terazide dengelenmiş midir hiç? Eşitlik fikrine en çok aşıkken inanırız. Çünkü en çok o zaman ihtiyaç duyarız.
Beni içine çekip yavaş yavaş boğan şey ne? En güzel şeyler, en sevdiğim şeyler. En çok parıldayan şeyler onlar, özünde sönmüş şeyler. Bataklıkta dans ediyoruz. Bataklıkta olduğumuzu hatırlatanları boğarak.
Bu hızla ölmeye devam edersek bütün dünya mezarlık olacak. Ama sen hala ölümü kişisel bir şey olarak algılıyorsun.
Maddi bir kayıp olmadan manevi bir yükselişin imkanı yok. Yoga kurslarının aylık ücretlerine bakın en basitinden.
"Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent?" "Hangisini?" "Otomatik yanan,sensörlü lamba." "Hayır." "Komşu görmüş, yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece." Önüme baktım. "Neden kırdın?" Cevap yok. "Hasta mısın evladım? Söyle bana neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle..." "Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?" "Lamba senden değerli mi evladım, lambanın a...na koyayım, lamba kim? Yöneticiye de dedim. Lambanızı s.keyim, kaç paraysa veririz. Sen değerlisin benim için." "Beni görünce yanmıyordu baba." "Nasıl ya?" "Görmezden geliyordu, yanmıyordu. Kaç sefer yok saydı beni." "E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya, o zaman yanıyor." "Hadi ya! Sahiden mi?" "Evet. Ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok." Babama sarıldım yıllar sonra.
Okudukların yaşadıklarını değiştirir, değiştirmese bile farklı bir gözle görmeni sağlar.
Bazen şöyle düşünüyorum, dünyaya gelirken melek şeklinde dizayn edilmiş görünmez bir rehber verseler. O da ihtiyacımız olduğu anlarda fısıldasa kulağımıza, Fulbright şudur kardeşim, Google'ın da esas manası budur, şuradan git sola dön, TEDAŞ da orada, elektrik faturanı mesai saatleri içinde yatırabilirsin. Kimsenin kendi kendine konuşan insanları yadırgamadığı bir dünya olurdu işte bu. Üzüldüğün zaman bile beraber ağlardın rehber meleğinle. İşte o zaman görürdü Allah Teala gözyaşlarımızı, gelin evladım buraya derdi, bir şu üzüldüğünüz şeylere bakın bir de evrenin sonsuzluğuna. Bu kadar acı yeter size, bu kadar saçmalık yeter, haydi gelin biraz da bu tarafta yaşayın.
Unutmanın acısı, ayrılığın acısından farklı. Ayrılık hüzne yakın; unutmak kasvete. Yani birini er geç unutmaya mahkum olduğunu bilmenin kasvetinden bahsediyorum. Birini yavaş yavaş unuttuğunun bilincine vardığın anıların sıkıntısından bahsediyorum. O kişinin parça parça silinip alakasız hatıraların arasına karışmasından bahsediyorum. Belki de neden bahsettiğimi bilmiyorum; sadece üzülüyorum, vasıfsız keder.
Söylemekten vazgeçtiğim şeyler söylediklerimden daha fazla. Çünkü insanları üzmek istemiyorum.
Çünkü büyüdükçe arzularım küçüldü, şaşkınlıklarım küçüldü, beklentilerim küçüldü. Büyüdükçe öyle küçüldüm ki içimde taşacak bir şey kalmadı. Büyümenin bir bedeli varsa işte bu, yarım metre uzadım, yirmi kilo aldım ve dünyadan vazgeçtim.
Kendini kandırmadan yaşamanın ne anlamı var! Çıplak gerçekler kimi tatmin edebilir ki? Bir derviş ya da manyakoğlumanyağın teki değilseniz olayları küçültmeden ya da büyütmeden, oldukları gibi kabul ederek yaşayamazsınız.
Behzat Ç. gibi Ankara'da doğup büyüyen bir adamın duyup duyabileceği bütün sıkıntıların mimari karşılığı Ankara Adliyesi'dir. Kafka burayı görseydi, "Adamlar yapmış," deyip yazarlığı bırakırdı.
Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim...