Toplum

Sonunda annelerimizin sütünden kesilsek, bireysel sorumluluklarımızla yüzleşip büyüsek de toplamda insanlık olarak hiçbir zaman büyümüyor ve “tabiat ana”nın sütünden kesilmiyoruz. Onun sütünden kesilmemiz demek bu gezegendeki varlığımızın sona ermesi demek. Etinden, sütünden, derisinden sonuna kadar arsızca yararlandığımız ve kendimizden aşağı gördüğümüz ineklerle ilişkimiz bunun en somut örneği gibi geliyor bana.

Her ne kadar şehirlerde yaşıyor olsak da, her şeyimizle doğanın kaynaklarına bağımlıyız. İnsanın sanayi devriminin ardından evrimini kendi ellerine almasıyla birlikte bu gezegende bir kansere dönüştüğü düşüncesine büyük ölçüde katılıyorum. Göründüğü kadarıyla insanlık, gezegendeki bu kolonileşmiş varlığıyla, yerleştiği bünyeyi çökerttikten sonra kolonileşeceği başka bünyelere (yeni dünyalara) sıçramaya güdümlü bir virüsten pek farklı değil.

Bu ülkede, bir mağazada alışveriş yaparken takip edilme deneyimini yaşamayan çok az siyahi vardır. Buna ben de dahilim. Yoldan karşıya geçerken, arabaların kapılarının kilitlenmesi sesini duyma deneyimini yaşamayan çok az siyahi vardır. En azından senatör olmadan önce bu benim de başıma geldi. Bir asansöre bindikten sonra içerideki bir kadının çantasını endişeyle sıkıca kavradığı ve asansörden çıkana kadar da nefesini tuttuğuna şahit olmayan çok az siyahi vardır. Bunlar sıkça oluyor.

Bizi güçlü kılan kültürümüzdür. Amerika'yı farklı kılan şey, dünya üzerindeki en çeşitlenmiş millet olmasıdır. Bir yanda vatanseverlik, bir yanda da üzerimize düşeni yapmak... Gay veya heteroseksüel misiniz, zengin veya yoksul musunuz, yaşlı veya genç misiniz? Amerika için fark etmez!

Amerikalı hemşehrilerim, biz bir göçmenler ulusuyuz ve her zaman öyle olacağız. Bizler de bir zamanlar yabancıydık. Astrid gibi çabalayan, umutlu bir göçmeni kovan bir ulus muyuz, yoksa onu içeri almanın bir yolunu bulan bir ulus muyuz? Kutsal Emirler bize bir yabancıya baskı yapmamamız gerektiğini söyler çünkü bir yabancının yüreğini biliriz; biz de bir zamanlar yabancıydık.

Din adamı diye geçinenler hele hele üniversitelerimizde profesör unvanı ile yer işgal edenlerin bilim ve uygar dünya için utanç verici bir tarzda, kadının giyiminin suçu işlemeye neden olarak gösterilmesine devam ediliyorsa, siz bu suçların azalmasını çoook beklersiniz…

Özgecan Aslan cinayeti (15.02.2015) bardağı taşıran son damlalardan biri olmuştur. Aslında Türkiye son 10 küsur yıldır kadın katliamı, darp, ırza geçme, istismar istatistiği bakımdan tavan yapmıştır (basına göre son 7 yılda öldürülen kadın sayısı %1400 artmış).

Televizyonları açmaya korkuyorum, bu kadar vahşet, dehşet, kan, çatışma, saygısızlık, hukuksuzluk, yaptımsa yaptım pişkinliği, yalan, dolan, bugün söyleneni yarın inkâr etme hayra alamet değil. Fiziki yıkıntıyıa düzeltmek kolay (Almanya’daki gibi); ancak ruhsal ve ahlaki çöküntüyü düzeltmek yıllar alır. Bu coğrafya ahlaki çöküntü içindedir.

Böyle bir toplum, ister eski yazıyı, ister yeni yazıyı, ister Çin, ister maçin yazısını kullansın; ister saltanatla ister cumhuriyetle, ister demokrasiyle, isterse şeriatla yönetilsin, durum çok da fazla değişmez. Etrafınızdaki ülkelere bakın ve değişmediğini görün.

İnsanları dinden soğutan çeyrek din adamları, bilimin ‘b’ sini bile bilmeyen çeyrek profesörler, devlet mülküne el koyarak zenginleşen iş adamları, terör örgütlerine katılan binlerce militan ve insanlık câmiâsında yüzümüzü yere baktıran, Makyavelist ve şarlatan politikacılar… Kalite sorunu kimsenin umurunda olmayınca bu sonuç doğaldır, aksini beklemek saflıktır.

Bakalım öbür dünya sömürüsü ile bu şehitlerin yakınları ne zamana kadar yüreklerine taş basacaklar…  Artık hiç kimse, caddelerde, meydanlarda, yer altı trenlerinde rahat değil; hiç kimse akşam evine sağlam geleceğinden emin değil; en kötüsü de geleceği için her zamankinden daha karamsar.

Artık halkımız yalama olmuş söylemler ve hareketlerle süslendirilmiş bu sahneleri tekrar tekrar görmek istemiyor. Haber dinlemekten nefret eder hale geldi. Duyarlılığını yitirmeyenlerin ruhsal dengesi bozuldu; kendini çaresiz hissedip, sonuçlarını görmekten kaçanlar ise akşam sabah, padişahlarımızın yatak serüvenlerini işleyen ve buna benzer diziler denizine dalmakta buldu çareyi…

Topun ağzında olanlar ve zarar görenler, çoğunluk çarpık düzene karşı çıkanlar oluyordu. Dolayısıyla ülkemiz için doğabilecek tehlikeleri sezinleyip uyaracak adam sayısı gün be gün azaldı.

Daha da kötüsü, epeyi bir süre birlikte yaşamayı başarıyla sürdüren ülkemizde bile yönetimlerce alt kimlik sorunu güçlendirilerek, ayırımcılık körüklenmiş, insanların birbirine saygı ve güveni zayıflatılmıştır. Çünkü bu öğreti ile yetişen dogmatik insanlar, analitik düşünemiyorlar…

Liste
Yükleniyor…