#tarih

Bugün tarihî günlerden birini yaşıyoruz... Fatih Sultan Mehmed Han’ın emaneti olup Türk milletine ebediyen vakfetmiş bulunduğu Ayasofya Camii tekrar asli vasfına kavuşmuş bulunuyor. Ayasofya Camii yolunu açan Danıştay 10. Daire Başkanı Yılmaz Akçil Bey ve üyeleri ile hiçbir dış baskıyı düşünmeden onu asli hâline döndüren Sayın Cumhurbaşkanımızı bir kez daha gönülden tebrik ediyorum.

Tarihi bilmemek ondan ders ve ibret alamamak ne kadar kötü. Devletler için tarihte yüz sene, üç yüz sene, beş yüz sene o kadar kısa anlar ki. Bugün bir kısım devlet adamlarımız, “Libya’da ne işimiz var” diyorlar. Bunların zihniyetindekiler yüz sene önce de, “Rumeli’de ne işimiz var”, “Yemen’de ne işimiz var” diyorlardı. Sonunda Anadolu’da hapsoldular.

Bu kirli düzen, bu suç hanedanlığı hep sürecek zannedenler yanılıyorlar. Tarihin sayfalarını karartan tüm diktatörlüklerde olduğu gibi, kinlerinin ve hırslarının doymak bilmez açlığıyla yol almaya çalışanlar her zaman kendi sonunu hazırlar.

Dünyada bizim kadar kültür zenginliğine sahip bir ikinci millet sayamazsınız. Şimdi en tepeden, en muktedir noktadan, Cumhurbaşkanlığı makamından maddi ve manevi desteklenerek, kendi değerlerimizi tekrar hatırlayabilme fırsatı doğdu. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Biz bir asır reddi miras ile meşgul olduk. Değerlerimizi reddetmekle ilerleyeceğimizi zannettik. Yanıldığımız gün gibi ortaya çıkmıştır. Değerleriniz yoksa insanlara ulaştırabileceğiniz hiçbir şey kalmaz. Ama bu 85 milyonun hafızasına bakacak olursanız binlerce yılın kültürü var. Bütün insanlığın buna ihtiyacı varken bizim bunlardan uzak kalmamız söz konusu olmamalı. Duyarlı bir dönemde yaşıyoruz ve bu duyarlı dönem zannediyorum bizim bu hülyamızı gerçekleştirecek. Bu kültür hareketi kesinlikle devam etmeli.

Avrupalılar 16. yüzyılda Afrika’yı adım adım işgal edip her tarafını sömürgeleştirme niyetiyle giriş yaptıklarında karşılarında yerel güçlerin dayanamayacaklarını biliyorlardı. O yerel güçler de gelen Avrupalılar karşısında, Avrupa darbesi karşısında o gün, o asır, en büyük ve de yegane desteğin Osmanlı’dan olacağını bildiklerinden dolayı Osmanlılar 16. yüzyılda bugünkü Mısır’dan Cebelitarık Boğazı’na kadar olan Kuzey Afrika hattında ve Kızıl Deniz havzasında hem Arap Yarımadası sahilleri hem de Afrika’nın doğu sahillerini güven altına aldılar o 16. yüzyıl boyunca. Bu yüzyıl aslında Afrika’nın büyük bir kurtuluş asrıdır.

Tarih, şahsiyetin ta kendisidir. Onsuz insan teşekkül edemez. Cemiyet için mazi yani tarih, fert için hafıza gibidir. Asıl şahsiyetin kendisidir. Hafızasını kaybeden adam, nasıl artık kendisi değilse, cemiyet de mazisini unutursa veya bu mazi fikrini vuzuhundan mahrum ederse öylece kendisi olmaktan çıkar.

İş insanı temizliyor, güzelleştiriyor, kendisi yapıyor, etrafıyla arasında bir yığın münasebet kuruyordu. Fakat iş aynı zamanda insanı zaptediyordu. Ne kadar abes ve mânâsız olursa olsun bir işin mesuliyetini alan ve benimseyen adam, ister istemez onun dairesinden çıkmıyor, onun mahpusu oluyordu. İnsan kaderinin ve tarihin büyük sırrı burada idi.

Gördüğüm şehirler içinde Bursa kadar muayyen bir devrin malı olan bir başkasını hatırlamıyorum. Fetihten 1453 senesine kadar geçen 130 sene, sade baştan başa ve iliklerine kadar bir Türk şehri olmasına yetmemiş, aynı zamanda onun manevi çehresini gelecek zaman için hiç değişmeyecek şekilde tespit etmiştir.

İslâmiyet’i bütün dünyaya yaymakla görevli olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), diğer devletlerle olan münasebetlerinde diplomasi kaidelerine de fevkalâde önem veriyordu. Hicretin 7. senesinde, başta Doğu Roma (Bizans) İmparatoru Kayzer olmak üzere, dünyanın büyük devlet adamlarına ve komşularına kendilerini İslâm’a davet eden mektuplar göndermişti. Bu mektuplarda, diplomasiye tam riayet edildiğini ve mektupların, Kur’an’dan muhatabın durumuna göre alınan âyetlerle bezendiğini görüyoruz.

Âdet olmuştur; ikide bir "Ortaçağ karanlığı"ndan, "insanlığın ve ilmin bu çağda geri kalmışlığı"ndan dem vurulur. Bizim sahte aydınlarımız olan entellerimiz de bu yönde en cıvık bir şekilde şartlanmışlardır! Oysa objektif bir incelemeye tâbi’' tutulduğunda, Ortaçağ, bazıları için ne kadar karanlıksa bizim için de o kadar aydınlık bir çağdır

Türkiyede hiç değinilmemiş meseleleri yazıyorum. Ermeni meselesinde yazılmış ilk ve tek romandır Figan. Bundan 35 yıl önce yazdım. O zaman 'Ermeni Soykırımı' diye bir şey yoktu. Objektif bir araştırmayla Ermeni meselesinin zuhur ettiği yerleri gezerek ve yaşayanlardan dinleyerek yazdım.

Bak Paşa, sana devlet işlerini doğrulukla yapasın, harbe gidesin, dedim. Gitmedin. Hizmetinde bulunan çalışkan kulları yakasından tutup zorla dışarı atmak cesaretini gösterdin. Ağalara araba gönderdin, yeniçeriler ayaklandı dedin. Ben de zorba aradım. Meğer zorbaların başı senmişsin!

Tarih, ibret ve ders almak için okunur ve araştırılır. Bu tür bir araştırmayı yapamayan kimsenin, kendisini siyasi lider olarak görmesi mümkün değildir. Tarihini bilmeyen bir kimse, kendisinin lider olduğunu bırakın söylemeyi, aklından bile geçirmesin.

Tarih asla kurumayan bir kaynaktır. Şartlara göre bazen unutulmuş görünse de o, yavaş bir sesle yeni bir gelecekten söz ederek kutsaliyetinin varlığını ispat eder.

Liste
Yükleniyor…