#anılar

Sanki bu şehrin başına bir felaket gelmişti. Sanki herkes apar topar göçmeye hazırlanmış, o telaş içinde, başkalarının gözünde hiçbir değer taşımayan, yalnızca kendi geçmişini diri tutan ufak tefeğini alelacele elden çıkarmıştı.

Geçen sene Cihangir'de bir kafede dostlarla otururken, arkamdan biri seslendi; Ooo, Nejat Bey burdaymış, tanımaz şimdi bizi. O'ydu... Arkamı dönmeden adı çıktı ağzımdan. Hâlâ güzeldi. Kocasıyla tanıştırdı. Çocukları varmış, bizimki bir üniversite de öğretim görevlisi olmuş, iyiymiş. Öğrencileri benimle bir zamanlar okul arkadaşı olduğuna inanmıyormuş. Üst kata çıkmak için merdivenlere doğru hamle yaptığında, bir an durdu ve dönüp şöyle dedi; Senin başarılarını görünce gurur duyuyorum arkadaşım. Gülümsedim, belli belirsiz; Hâlâ mı? diye sordum. Ya anlamadı ya da anlamazlıktan geldi. 26 yıl evvel ona aşıkken boyum 1.80, kilom 70'ti. Hâlâ öyle. Bazı şeyler değişmiyor.

26 yaşındaydım. Altan Erbulak'ın bir yazısını okudum, yeni oyunlar aradıklarını söylüyordu. Tersane'den üç ay ücretsiz izin aldım ve koca bir yaz mevsiminde bahçemizdeki akasya ağacının dibinde oturup Yüzsüz Zühtü adlı oyunu yazdım. Sonra da Altan Erbulak'ın kapıcısına teslim ettim. Fotokopisini bile almadım. Param yoktu ki. Kaybolsa, orijinali yoktu. Neticede Altan Erbulak, bu yazdığım oyunu oynamaya karar verdi. Oyun yazarlığım böyle başladı.

Liste
Yükleniyor…