#anı

Cilt ameliyatımdan 15 gün sonra aynaya ilk baktığımda artık o izleri görmek istemiyorum. Çünkü şuna da inandım, onların her birinde birer kötü anım var. O yüzden onlarla birlikte hepsi gidecek. Yeni bir hayat başlayacak benim için. Bu bir arınma gibi, yenilenme gibi. O izlerin gitmesiyle birlikte kötü olan hiçbir şeyi hatırlamayacağım.

Ezberlemediğim şarkılar sağ cebimde dururdu. Ezberlediğim şarkılar, terfi edip sol cebime geçerdi. Anneciğim de pantolonumu ütülediğinde ezberlemediğim şarkıları yine sağ cebime yerleştirir, ezberlediğim şarkıları da sol cebime koyardı. Onun için buradan hareket ederek 'Cebimde Saklı Şarkılar' dedim. Ben hiç düşünmemiştim o kâğıt parçalarının günün birinde banknota dönüşeceğini. Onlar bana para kazandırdı.

Midem ekşiyor, kulaklarım uğulduyor, adını bilmediğim bir rüzgâr yalıyor ensemi. Yüzümdeki ifadeden rahatsız olduğu belli, gözleri bulutlanıyor bir anda, sesi boğuklaşıyor. O ses tonu gerçek, biliyorum. Çünkü ben en çok sesleri hatırlıyorum; o gün de, bugün de!

Geçmişi tarihsel olarak dile getirmek, o geçmişi "gerçekte nasıl olduysa, öyle" bilmek değildir. Buna karşılık, bir tehlike anında parlayıverdiği konumuyla, bir anıyı ele geçirmek demektir.

Cumhurbaşkanı Özal bizi bir GAP gezisine götürmüştü. Gezi yarım kaldı çünkü PKK bir köyü basmıştı ve katliam yapmıştı. Biz oraya gittik. Öbek öbek kadınlar cesetlerin üzerine yığılmış, ağıt yakıyorlar, evler yanmış, hatta tavuklar, horozlar tavanlara yapışmış. Bomba atılmış. Derken özel harekatçılar gazete kâğıdına sarılmış bir şey getirdiler bana. Açtım açtım bir şey gözükmüyor... Bir bebek ayağı. Abdullah Öcalan denildiğinde benim gözümün önüne o geliyor.

Acısıyla Tatlısıyla Türker İnanoğlu Yeşilçam'ı Anlatıyor, kitabını yazıyorum. Türk sinemasını, acısıyla tatlısıyla, yaşananları, içinde draması ve komedisiyle hiç kimsenin özeline girmeden hazırladığım bir kitap bu. Tatlı ama dramatik olanlar da var içinde. İntihar edip ölen arkadaşlar da var. Daha devamı var yazıyorum. Yarısı bitti.

Bu 'cahiliye döneminde', ilk ve ortaöğrenimini gören, benim gibi bir genç; Türkiye'nin, Ermeni sorunu diye bir sorunu olduğundan, kesin olarak 'bihaberdi'. Tüm arkadaşlarım da, aynı durumdaydı. Ne 'tehcirden', haberimiz vardı; ne 1915'te, yaşanan acılardan. Oysa, şimdi başımızı geriye çevirdiğimiz zaman, görüyoruz ki; başta Fransa ve ABD olmak üzere, pek çok 'Batılı ülkede'; Türkiye'nin aleyhine, 'cadı kazanları', kaynatılıyormuş. Konudan öylesine 'bihaberdik' ki; tarihçilerimiz de, bu konudaki 'suçsuzluğumuzu', ya da, en azından, bir 'soykırım' olmadığını, gösterecek kanıtları, gün ışığına çıkartma konusunda gayret etmiyorlardı.1971 yılında; bir 'değişim programı' çerçevesinde; ABD'ye, bir üniversiteye gidince, Ermeni 'diasporasının' çalışmalarından haberdar olmuş ve çok şaşırmıştım. Benim bildiğim yakın tarih, böyle değildi...

Birikim dergâhının ikiz şeyhleri Murat Belge ile Ömer Laçiner idi. Bundan daha farklı iki insan düşünülemez. Biri aristokrat, kolejli, edebiyat doçenti. Joyce ve Faulkner çevirmiş, TİP’te siyasete atılmış. Alaycı bir nezaket maskesinin ardında daima mesafeli. Diğeri Sivaslı esnaf çocuğu, askeri okulda okumuş, dil bilmez, TC sınırları dışına – henüz – çıkmamış, filtresiz Birinci sigarası ve çayla yaşar. Mahir Çayan’ın THKP-C’de sağ kolu imiş. Ben derhal Ömer’e ısındım. Bana sanki daha gerçekmiş gibi geldi. O hengâmeye kapılmamızın sebebi zaten bir tür “gerçeklik” arayışı değil midir?

Sene sanırsam 90'ların başı... Beşiktaş'ta ilk 11 oynamaya başlamışım. O zamanlar 17-18 yaşlarındayım, liseye gidiyorum. Dedim ki yönetime, bana bir araba verin de hiç değilse antrenmanlara filan gidip geleyim. Dediler ki, o zamanlar kulüplerin piyangoları vardı, ordan bir Tempra kalmış, bunu verin dedim, "Hafta sonu Bursa'ya gol at verelim" dediler. O maçın hazırlıklarında da aksilik bu ya sakatlandım. Ama bir gayret hazırlandım, ilk 11 çıktım maça. İğneyle falan sakat sakat çıktım. 60'larda falan bir korner oldu. Ben de ceza yayının oralarda falan salağa yatmış bekliyorum. Hani bir pozisyon olur da belki arabayı alırız diye. Korner kullanıldı, Fethi'ydi galiba kafayla uzaklaştırdı, top bana geldi. Sol ayağımın üstüyle, yağmur falan da vardı, zeminle birlikte, gelişine, Yaradan'a sığınıp bir koydum... Topu hiç kimse görmedi diyorum sana!

Liste
Yükleniyor…