David Beckham'la ilk karşılaştığımda onun elinimi sıksam yüzünü mü yalasam karar veremedim.
- Henüz kategori yok.
-
Arnold Schwarzenegger'dan The Running Man Remake'ine T…08.11.2025
-
Beşiktaş'ta Rafa Silva'nın Geleceği Belirsiz: Saha İçi…08.11.2025
-
Cengiz Ünder'den 8 Milyon Liralık Göz Kamaştıran Evlil…08.11.2025
-
Uzun Süreli Melatonin Kullanımının Kalp Sağlığına Olas…08.11.2025
-
Körfez'in Nefes Kesen Derbisi: Al-İttihad ve Al-Ahli K…08.11.2025
-
Yeşil Vatan Seferberliğiyle Geleceğe Nefes: Sinop ve S…08.11.2025
-
Arteta'dan Sunderland Maçı Öncesi Arsenal Değerlendirm…08.11.2025
-
Beşiktaş'ta Yeni Futbol Komitesi Göreve Başladı: Tammy…08.11.2025
-
Bundesliga'da Büyük Çalkantı: Bayern Serisi Bitti, HSV…08.11.2025
-
Juventus-Torino Derbisi: Serie A'da Zirve Mücadelesi v…08.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
#anı
Courtney Love'la buluştum ve bana benimle yatmak istediğini söyledi. Ama benim "pop-star şeyim"den dolayı yapamazdı... Bu yüzden ben de ona onunla ya da onun "çirkin şeyiyle" yatamayacağımı söyledim.
Bu Fevzi tuhaf bir adamdır. Adı Mustafa Fevzi'dir. Kavaklı Fevzi derler. Meşrutiyetin ilânı zamanında Manastır'a hürriyetperverleri vurmak için Abdülhamid tarafından gönderilen Boşnak Şemsi Paşa'nın evinde yetiştirdiği biridir. Bu te'dibe gelen Şemsi Paşa ile beraber, onun erkân-ı harbi olarak Manastır'a gelmiştir. Atıf, Şemsi Paşa'yı orada arabasında vurduğu vakit Mustafa Fevzi de aynı arabada Şemsi'nin yanında idi. İttihadcılar Fevzi'yi yakalayıp tevkif etmişler. Fevzi: «Ben size de hizmet ederim» demiş, serbest bırakılmıştır. Fevzi Paşa pek az lâkırdı söyler. Hiç dostu yoktur. Düşmanı da yok galiba. Kimse ile konuşmaz, ülfet etmez. Sade resmî işiyle meşguldür. Uzunca boylu, esmer, şişmancadır. Çok üşür. Kış oldu mu, kalın üç-dört fanila, üstüne yelek, üstüne hırka, ceket, kaput giyer. Bu kadar yükü nasıl taşır bilmem. Üstüne-başına hiç bakmaz. Pislik içindedir. Galiba saçını bile taradığı yok. Ay olur tıraş olmaz. Bıyık sarkık ve birbirine karışık. Bu hal ile yüzü tuhaftır. Hele kat kat fanilâ, hırka ve elbiseden vücudu hantal, porsuk bir manzara alır. Tırnakları uzun ve içi simsiyah pislik. Sigara, kahve, içki içmez. Beş vakit namazındadır. Bir hikâyesini anlatayım: Bir yâveri vardı. Bu yâver tanıdığım Demokrat Mustafa adında birinin kardeşi idi. Yâver bir gün bana anlattı: «Bizim Paşa bir iki aydır kaşınır. Gittikçe fazla kaşınır. Kaşınıyor, fakat bir şikâyet ettiği, bir şey yaptığı da yok. Kaşındığının farkında değil gibi duruyor, gittikçe fazla kaşınmağa başladı. Hele geceleri iki vücudunda kürek çeker gibi, bir düziye harekette. Aklıma geldi. «Galiba paşa uyuz oldu» dedim. Kendisine söylemek istedim. Cesaret edemedim. Acıyorum da. Nihayet baktım ki, hali fena. Bir gün: «Paşa, siz çok kaşınıyorsunuz. Kendinizi hekime gösterseniz iyi olur.» dedim. «Sahi... Ben kaşınıyorum değil mi? Bir doktor çağır!» dedi. Çağırdım. Doktor uyuz olduğunu söyledi. Uyuz bütün vücudunu dehşetli kaplamış. Kükürt merhemi verdi. Kurtuldu.» Bu vak'a şayanı hayret bir şeydir. Fevzi'yi gayet iyi tasvir ve tahlil eder: Bu adam iki aydır kaşınıyor da, farkında değil. Hem uyuz kaşınması müthiş şey. Farkında olmamak, iz'aç olmamak mümkün olmaz. Buna göre, demek Fevzi, gayet duygusuz, lâkayd, vurdumduymaz, bir işin farkında değil. İhmalci inisiyatifi olan âri bir adamdır. Hakikaten bütün işlerinde hayatında böyle bir adamdır.
Toplantıda (Lozan Antlaşması) bir de ne olsun? Puşt Saka Hasan Kaya burnundan çıkardığı sümükleri Fransız delegelerin üstüne atıp duruyor. Bu Sakalar böyle puşttur. İstisnasını ben görmedim. Aksini iddia eden de puşt oğlu puşttur.
Yaşlı adam tabancasını çekti ve bana: ‘(Donunu) çöz, yoksa öldürürüm’ dedi... Boğuşma başladı... Nihayet bayılıp kalmışım... Gözümü açtığım vakit yanımda kimse yoktu.
Kişinin yalnızlığı sevebilmesi için arkasında içine güven verebilecek hatıraları olması gerekir.
Hatıralarımıza sığınıp şu akmakta olan zamanın, muammalar taşıdığı için neşesi bile endişe veren zamanın içinden sanki sıyrılıvermek ne hoş şeydir.
Bir insan kendi ölümü ile değil, kendisini sevmiş, yahut sadece tanımış en son insanın da toprağa düşmesiyle ölür.
Eskiden bildiğimiz yerler, kendilerini kolaylık olsun diye yerleştirdiğimiz mekanlar alemine ait değillerdir sadece. O zamanlarki hayatımızı oluşturan, birbirine bitişik izlenimlerin ince bir dilimidirler; belirli bir görütünün hatırası, belirli bir anın özleminden ibarettir; ve evler, yollar, caddeler de, heyhat, seneler gibi ucup giderler.
1974’te TRT ile girdim hayatınıza. O günden bu yana bayağı bir zamanınızı aldım. 41 yıl... Teşekkür ederim size, anılarınızda bana yer açtığınız için.
Ben bir asker olarak, Birinci Dünya Savaşı'nda çoğu silah arkadaşımın hayatta kalamadığı bir dönemde hayatta kaldım.
Çok gençtim. Her kulüp peşimdeydi. Ciddi ciddi Beşiktaş'a gidiyordum. Korktum. Heybetinden çekindim. Baba Hakkı'nın olduğu yerde belki elim ayağım birbirine dolanır dedim ve Beşiktaşlı olmaktan vazgeçtim.
Kylie X 2008 benim için inanılmazdı. Çok yorucu olmasına rağmen çok yoğun ilgi gördü. Sanırım bu tur benim için hep mutlu bir anı olarak kalacak.
Şehre girerken bütün yol boyunca Manisalıların kadın, erkek, yaşlısı ve genciyle büyük bir kalabalık hâlinde sokakları doldurduğunu gördüm. Manzara göz yaşartıcı idi. Vilayet önündeki büyük alanın her tarafı insanla dolmuştu, hiç boş yer yoktu. Ben bu konuda herhangi bir emir vermemiştim. Siyasi partilerin yaptığı gibi bedava otobüslerle insan da taşıttırılmamıştı.
Sizler için engin şefkat ve sevgiyle dolu kalbimin dayanma gücünü de aşan, bana layık gördüğünüz bu eşsiz sevgi gösterilerini minnet ve şükran duygularımla her zaman içimde yaşatacağım. Bunlar hatıralarımın en güzeli ve en büyüğü olarak hayatımı süsleyecektir.
Konuşmamın bir yerinde enteresan bir olay cereyan etti. Konuşurken yağmur başlamıştı. Bunun üzerine, "Yağmurda ıslanıyorsunuz, sizi daha fazla yağmur altında tutmak istemiyorum." deyince meydandaki o muazzam kalabalığın içerisinden yüzlerce açılmamış siyah şemsiye mantar gibi havaya kalktı ve arkasından "Evren Paşa isteriz!" diye tempolu tezahürat başladı. Bu manzara bizi hem sevindirdi hem de güldürdü.
Millî Güvenlik Konseyi olarak göreve başlayalı bir ayı geçiyordu. Bu arada Konsey üyesi arkadaşlarla görüşerek normal genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları maaşından gayri maaş almamaya karar verdik. Ben de genelkurmay başkanı lojmanından çıkıp Çankaya Köşkü'ne taşınmadım. Hatta cumhurbaşkanının zırhlı arabasını dahi almadım. Genelkurmay Başkanı olarak evvelden beri kullandığım makam arabasını kullanmaya devam ettim. Evden Genelkurmaya gidip gelirken ve şehir içindeki gezilerimde koruma polisi ve eskort arabası da kullanmıyordum. Hatta yol kavşaklarında kırmızı ışıkta arabayı durduruyor, yeşilde geçiyordum. Bir aralık beni ikaz ettiler. Koruma arabasının önde ve arkada beni takip etmesinin çok uygun olacağını belirttiler. "Peki." dedim. Ölmekten korkmuyordum. Ama pisi pisine vurulmak ve bu işi sonuca ulaştırmadan dünyadan çekilip gitmek de istemiyordum.
Gurbetten Hacc’a gidişlerimin birinde Medine’de mücâvir olarak yaşayan Hüseyin Avni Bey adında idealist bir gençle tanıştım. O kesif bir faaliyet içinde idi. Teknik bir düzen kurmuş Fethullah Gülen’in kasetlerini çoğaltıyor ve bunlar Türk hacılarına pazarlanıyordu. O’nun evinde bu kasetlerden bazılarını dinlemek fırsatım oldu. Bunlar güzel hissi vaazlardı. Fethullah Gülen’e muhabbetim daha da arttı. Bu arada Zaman Gazetesi’nde çalışan Fehmi Koru, Almanya’ya gelmiş ve benimle Zaman Gazetesi için geniş bir röportaj yapmıştı. Bu röportajın Zaman Gazetesi’nde hakkımdaki hâhişkâr iltifatlarla tam sayfa hâlinde yayınlanması da bu cemaatle aramdaki sıcak alâkanın bir tezâhürü idi. Daha sonra orada başka medihkâr yazı ve haberler de yayınlandı. Aradan beş-altı aylık bir zaman geçtikten sonra Fethullah Gülen Almanya’ya geldi. Etrafında kalabalık bir grup olduğu hâlde, beni Limburg’daki sucuk fabrikamda ziyaret etti. Etrafında yirmi-otuz kişi vardı. Beni iltifatlara garketti. Sebil Dergimizden çok şey öğrendiği beyanına ilâveten: “- Siz ülkemizin en yiğit insanısınız” tarzında iltifatlarda bulundu. Tabiatıyla ben de bu iltifatlara bir takım nezâket cümleleriyle mukabele ettim.
...Bunun üzerine dedim ki bu cinni dürüst bir cinni. Cinniler aynı insanlar gibidir. Mümini vardır, kâfiri vardır, münafığı vardır. Dürüstü vardır, dürüst olmayanı vardır. Bu cinni, dürüst bir cinni. Mustafa Kemal'i çağır dedim. Kıvrandı, kıvrandı, kıvrandı o fincan; hareket etmiyor. Güç bela, çocuk kan ter içinde kaldı. Geldi. 'Ya sabahtan beri seni çağırıyoruz.' Hatta vazgeçiyordu bir iki defa. Ben ısrar ettim. 'O kötü vaziyettedir, kolay gelemez' dedim. Nihayet geldi. 'Beni bırakmıyorlar' dedi, 'Ne soracaksanız çabuk sorun, geri gönderin beni' dedi.