#anı

Bu Fevzi tuhaf bir adamdır. Adı Mustafa Fevzi'dir. Kavaklı Fevzi derler. Meşrutiyetin ilânı zamanında Manastır'a hürriyetperverleri vurmak için Abdülhamid tarafından gönderilen Boşnak Şemsi Paşa'nın evinde yetiştirdiği biridir. Bu te'dibe gelen Şemsi Paşa ile beraber, onun erkân-ı harbi olarak Manastır'a gelmiştir. Atıf, Şemsi Paşa'yı orada arabasında vurduğu vakit Mustafa Fevzi de aynı arabada Şemsi'nin yanında idi. İttihadcılar Fevzi'yi yakalayıp tevkif etmişler. Fevzi: «Ben size de hizmet ederim» demiş, serbest bırakılmıştır. Fevzi Paşa pek az lâkırdı söyler. Hiç dostu yoktur. Düşmanı da yok galiba. Kimse ile konuşmaz, ülfet etmez. Sade resmî işiyle meşguldür. Uzunca boylu, esmer, şişmancadır. Çok üşür. Kış oldu mu, kalın üç-dört fanila, üstüne yelek, üstüne hırka, ceket, kaput giyer. Bu kadar yükü nasıl taşır bilmem. Üstüne-başına hiç bakmaz. Pislik içindedir. Galiba saçını bile taradığı yok. Ay olur tıraş olmaz. Bıyık sarkık ve birbirine karışık. Bu hal ile yüzü tuhaftır. Hele kat kat fanilâ, hırka ve elbiseden vücudu hantal, porsuk bir manzara alır. Tırnakları uzun ve içi simsiyah pislik. Sigara, kahve, içki içmez. Beş vakit namazındadır. Bir hikâyesini anlatayım: Bir yâveri vardı. Bu yâver tanıdığım Demokrat Mustafa adında birinin kardeşi idi. Yâver bir gün bana anlattı: «Bizim Paşa bir iki aydır kaşınır. Gittikçe fazla kaşınır. Kaşınıyor, fakat bir şikâyet ettiği, bir şey yaptığı da yok. Kaşındığının farkında değil gibi duruyor, gittikçe fazla kaşınmağa başladı. Hele geceleri iki vücudunda kürek çeker gibi, bir düziye harekette. Aklıma geldi. «Galiba paşa uyuz oldu» dedim. Kendisine söylemek istedim. Cesaret edemedim. Acıyorum da. Nihayet baktım ki, hali fena. Bir gün: «Paşa, siz çok kaşınıyorsunuz. Kendinizi hekime gösterseniz iyi olur.» dedim. «Sahi... Ben kaşınıyorum değil mi? Bir doktor çağır!» dedi. Çağırdım. Doktor uyuz olduğunu söyledi. Uyuz bütün vücudunu dehşetli kaplamış. Kükürt merhemi verdi. Kurtuldu.» Bu vak'a şayanı hayret bir şeydir. Fevzi'yi gayet iyi tasvir ve tahlil eder: Bu adam iki aydır kaşınıyor da, farkında değil. Hem uyuz kaşınması müthiş şey. Farkında olmamak, iz'aç olmamak mümkün olmaz. Buna göre, demek Fevzi, gayet duygusuz, lâkayd, vurdumduymaz, bir işin farkında değil. İhmalci inisiyatifi olan âri bir adamdır. Hakikaten bütün işlerinde hayatında böyle bir adamdır.

Eskiden bildiğimiz yerler, kendilerini kolaylık olsun diye yerleştirdiğimiz mekanlar alemine ait değillerdir sadece. O zamanlarki hayatımızı oluşturan, birbirine bitişik izlenimlerin ince bir dilimidirler; belirli bir görütünün hatırası, belirli bir anın özleminden ibarettir; ve evler, yollar, caddeler de, heyhat, seneler gibi ucup giderler.

Şehre girerken bütün yol boyunca Manisalıların kadın, erkek, yaşlısı ve genciyle büyük bir kalabalık hâlinde sokakları doldurduğunu gördüm. Manzara göz yaşartıcı idi. Vilayet önündeki büyük alanın her tarafı insanla dolmuştu, hiç boş yer yoktu. Ben bu konuda herhangi bir emir vermemiştim. Siyasi partilerin yaptığı gibi bedava otobüslerle insan da taşıttırılmamıştı.

Sizler için engin şefkat ve sevgiyle dolu kalbimin dayanma gücünü de aşan, bana layık gördüğünüz bu eşsiz sevgi gösterilerini minnet ve şükran duygularımla her zaman içimde yaşatacağım. Bunlar hatıralarımın en güzeli ve en büyüğü olarak hayatımı süsleyecektir.

Konuşmamın bir yerinde enteresan bir olay cereyan etti. Konuşurken yağmur başlamıştı. Bunun üzerine, "Yağmurda ıslanıyorsunuz, sizi daha fazla yağmur altında tutmak istemiyorum." deyince meydandaki o muazzam kalabalığın içerisinden yüzlerce açılmamış siyah şemsiye mantar gibi havaya kalktı ve arkasından "Evren Paşa isteriz!" diye tempolu tezahürat başladı. Bu manzara bizi hem sevindirdi hem de güldürdü.

Millî Güvenlik Konseyi olarak göreve başlayalı bir ayı geçiyordu. Bu arada Konsey üyesi arkadaşlarla görüşerek normal genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları maaşından gayri maaş almamaya karar verdik. Ben de genelkurmay başkanı lojmanından çıkıp Çankaya Köşkü'ne taşınmadım. Hatta cumhurbaşkanının zırhlı arabasını dahi almadım. Genelkurmay Başkanı olarak evvelden beri kullandığım makam arabasını kullanmaya devam ettim. Evden Genelkurmaya gidip gelirken ve şehir içindeki gezilerimde koruma polisi ve eskort arabası da kullanmıyordum. Hatta yol kavşaklarında kırmızı ışıkta arabayı durduruyor, yeşilde geçiyordum. Bir aralık beni ikaz ettiler. Koruma arabasının önde ve arkada beni takip etmesinin çok uygun olacağını belirttiler. "Peki." dedim. Ölmekten korkmuyordum. Ama pisi pisine vurulmak ve bu işi sonuca ulaştırmadan dünyadan çekilip gitmek de istemiyordum.

Gurbetten Hacc’a gidişlerimin birinde Medine’de mücâvir olarak yaşayan Hüseyin Avni Bey adında idealist bir gençle tanıştım. O kesif bir faaliyet içinde idi. Teknik bir düzen kurmuş Fethullah Gülen’in kasetlerini çoğaltıyor ve bunlar Türk hacılarına pazarlanıyordu. O’nun evinde bu kasetlerden bazılarını dinlemek fırsatım oldu. Bunlar güzel hissi vaazlardı. Fethullah Gülen’e muhabbetim daha da arttı. Bu arada Zaman Gazetesi’nde çalışan Fehmi Koru, Almanya’ya gelmiş ve benimle Zaman Gazetesi için geniş bir röportaj yapmıştı. Bu röportajın Zaman Gazetesi’nde hakkımdaki hâhişkâr iltifatlarla tam sayfa hâlinde yayınlanması da bu cemaatle aramdaki sıcak alâkanın bir tezâhürü idi. Daha sonra orada başka medihkâr yazı ve haberler de yayınlandı. Aradan beş-altı aylık bir zaman geçtikten sonra Fethullah Gülen Almanya’ya geldi. Etrafında kalabalık bir grup olduğu hâlde, beni Limburg’daki sucuk fabrikamda ziyaret etti. Etrafında yirmi-otuz kişi vardı. Beni iltifatlara garketti. Sebil Dergimizden çok şey öğrendiği beyanına ilâveten: “- Siz ülkemizin en yiğit insanısınız” tarzında iltifatlarda bulundu. Tabiatıyla ben de bu iltifatlara bir takım nezâket cümleleriyle mukabele ettim.

...Bunun üzerine dedim ki bu cinni dürüst bir cinni. Cinniler aynı insanlar gibidir. Mümini vardır, kâfiri vardır, münafığı vardır. Dürüstü vardır, dürüst olmayanı vardır. Bu cinni, dürüst bir cinni. Mustafa Kemal'i çağır dedim. Kıvrandı, kıvrandı, kıvrandı o fincan; hareket etmiyor. Güç bela, çocuk kan ter içinde kaldı. Geldi. 'Ya sabahtan beri seni çağırıyoruz.' Hatta vazgeçiyordu bir iki defa. Ben ısrar ettim. 'O kötü vaziyettedir, kolay gelemez' dedim. Nihayet geldi. 'Beni bırakmıyorlar' dedi, 'Ne soracaksanız çabuk sorun, geri gönderin beni' dedi.

Liste
Yükleniyor…