#yazarlık

Dişlerimden gardiyanlar, hislerimden çağlayanlar, kirlerimden bataklıklar, kemiklerimden korkuluklar, parmaklarımdan sivri bıçaklar yaratıp savundum kalemi. Sırrı açmak cinâyetti, bir kilo altın sükûnetti...

Kamplarda yaşayan bizler gerçek tanıklar değiliz. Bu rahatsız edici düşünceyi, zamanla, ben de dahil hayatta kalanların yazdıklarını okuyarak, kendi yazdıklarımı yıllar sonra yeniden okuduğumda, benimsedim. Bizler, yani hayatta kalanlar, sadece küçük değil, aynı zamanda kuraldışı bir azınlığız. Bizler yalan, beceri ya da şans sayesinde asla dibe vurmamış olanlarız.

Beni çoğunlukla gündüzleri sokakta görürler. Ben devamlı bir yerlere giderim. Bir yerlere uğrar, bir yerlerden bir yerlere göçer dururum. Yıllardır her sabah, yaz demez, kış demez, sabahın dördünde kalkarım yataktan. Ve sabah dokuza kadar yazımı yazarım. Sonra sokağa çıkarım, İkbal'e uğrar kahvemi içerim. Yazmak için yaşamak, duymak, halkı algılamak gerekir. Bir yazı için çok gereklidir halkın içinde kalabilmek. Ve halkın değişimini algılamak. Eskimemek için. Hatta değişimi yakalamak, bu değişimin dışına düşmemek gerekmektedir. Ve bunun ötesinde bir yazar olarak yaşamın günü gününe sürer gider. Her gün çalışmak, her gün yazmak, her gün boğuşmak gerekir ekmekle. Bu ara halktan yana olduğum için de çok güç bir fatura ödetirler.

25 senedir toplum ve insan, ilişkiler ve siyaset üzerine düşünüyorum. Yani bu okurlara zaman tasarrufu sağlar. Yani bu kadar yoğunlaşıyorsanız bir alanda, o cesareti buluyorsunuz ve bence bu çok makul olmayan bir şey değil. Kafanızı bir şeye yoruyorsanız, o konuda daha az kafa yormuş insandan daha fazla kanaatiniz olabilir.

Benim yazarlığım ve eserlerimle ilgili yazılanlara cevap verme gibi bir alışkanlığım da yok. Yazarlığım, mutlak bir gerçeğin peşinde değil. Eserlerimin bir tek kati gerçeği yok. Ve cevaplardan ziyade soruların peşindeyim. Cevapları okuyucuya bırakıyorum. Bu nedenle herkes istediği gibi eserlerimi değerlendirebilir, ben buna karışmam.

Liste
Yükleniyor…