Halk, güçlü iradeye sahip olan adamı daima dinler. Kitle halinde bulunan bireyler bütün iradelerini kaybettiklerinden, iradeye sahip olan kimseye içgüdüsel olarak dönerler.
- Henüz kategori yok.
-
Kenan Yıldız'lı Juventus, Sporting CP Karşısında Galib…09.11.2025
-
Gülben Ergen'in ABD Turnesi Sonrası Bornozlu Hamburger…09.11.2025
-
Inter Miami - Nashville SC Playoff Serisinde Final: Kr…09.11.2025
-
Tekirdağ'da Kapsamlı Elektrik Kesintileri Duyuruldu: İ…09.11.2025
-
MasterChef Türkiye'de Şaşırtan Elenme: Çağlar Veda Etti09.11.2025
-
TCMB'den Altın Ekonomisi Analizi: Yastık Altı Miktarı,…09.11.2025
-
9 Kasım Günlük Burç Yorumları: Gezegenlerin Etkisiyle …09.11.2025
-
TOKİ Yüzyılın Konut Projesi Başvuruları Başladı: E-Dev…09.11.2025
-
İrem Derici ve Melih Kunukçu Aşkında Son Perde: Ayrılı…09.11.2025
-
Aynadaki Yabancı 6. Bölüm: Gerçekler Açığa Çıkıyor, Te…09.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
#itaat
Neden insanlar, sanki özgürlükleri için savaşırlarmışcasına kölelikleri için savaşırlar?
Tanrı'yı dünyanın yaratıcısı değil de, süper güçlere sahip süper bir insan olarak düşün. Bu durumda hiçbir şey değişmezdi, değil mi? İnsanlar yine ona itaat eder, ona tapar, kendi refahları için ona dua ederlerdi.
Ahlaka boyun eğme, bir hükümdara boyun eğme gibi kölece ya da mağrur ya da çıkarcı ya da teslimiyetçi ya da budala bir heyecan ya da düşüncesizlik ya da umutsuzluk eylemi biçiminde olabilir. Bu tür boyun eğme aslında ahlaksal değil.
Gelenek nedir? Bize yararlı olan şeyleri emrettiğinden dolayı değil, bize emrettiğinden dolayı itaat ettiğimiz yüksek bir otoritedir.
Şeyh Said isyanın yanında olmak mümkün değildir, isyan isyandır. Devlete karşı her isyan isyandır ve her isyan mel'un (lanetli) bir harekettir.
Sokağa çıkıp yürümeye başladıǧımızda, her bir metrede bir görünmeyen duvara çarparız. Toplumun, devletin ve sistemin görünmez duvarlarıdır çarptığımız. Kafamızı çarptıǧımız her duvar bir metrede bir bize itaati, uysallığı, disiplini, korkuyu ve boyun eğmeyi hatırlatır. Fiziki olarak hapishanede olmasak bile, duvarları görünmez bir hapishanenin içindeyiz hepimiz. Yasaların, tabuların ve kuralların görünmez duvarlarının büyük hapishanesinde...
Normal olarak nitelenen her şey kendi orijinalliğini yitirmiş ve kontrol altına alınmış, itaat etmiştir. 'Normal insan, normal düşünce, normal davranış biçimi vs...' Normal olan artık kendisi olmayandır. Çünkü o budanmış, kırpılmış, Procrustes'in Yatağı'na uydurulmuştur. Michel Foucault, normal insanın kurgu olduğunu söylemişti. Normal olan, kendisi olmayandır.
Kendi ayağına takılan pranganın zincirlerinin kısaltılmasına, özgürlüklerinin kısıtlanmasına sevinen, bunu kutlayan bir toplumun ruhu köleleştirilmiştir. Öyle bir topluma özgürlüğünü verseniz de, o gönüllü köle kalmayı tercih eder, çünkü köleliğini içselleştirmiş, ayaklarında zincirler olmadan, birileri kendisini çekip götürmeden yürümeyi bilmemektedir. Gönüllü köle, iki kere köledir. En kötüsü ayağındaki, beynindeki ve boynundaki hegemonik zincirlerinin şakırtısından mutlu olup, üstelik bununla gurur duyanların çoğunlukta olduğu bir dünyada yaşamaktır.
Gerçek ise duvarların ötesinde kalmış. Yaşadığımız yalnızca bir yanılsamadan ibaret. Özgür olduğumuz yanılsaması. Bizi bu boyalı duvarların arkasına hapseden de, o "büyük bir zindan" olan itaatimiz. Dönüp duruyoruz yıllarca bu kısır döngüde, o bir metrelik küçük kayığımızla yirmi metrekare içinde sanki sonsuza dek. Ta ki bir gün duvarları yıkıp, gerçek özgürlüğe ve sonsuzluğa ulaşana kadar. Sanallıktan kurtulup, küçük kayığımızı duvarların ardındaki gerçeğin sonsuzluğunda yüzdürmeyi başardığımızda, işte o zaman gerçek özgürlüğün tadını almış olacağız. İşte o gün özgür bir insan olacağız."
Hepimiz büyük bir hapishanedeyiz. Kendimizi özgür sanan tutsaklarız. Duvarlar beyaz bulutlarla kaplı, boyamışlar maviye kendimizi özgür sanalım diye bir parça. Suyun üzerindeyiz ve önümüzde sonsuz bir ufuk var sanıyoruz. Oysa hareket alanımız 15-20 metrekareden ibaret sistem içerisinde. Hiçbirimiz özgür değiliz, özgürlüğümüzü kısıtlayanlar da dahil. Onlar da, iktidar sahipleri de iktidar makinesinin bir vidası, bir dişlisi olmaktan başka bir şey ifade etmiyorlar. Özgürlüklerini en önce kaybedenler, onu satanlar iktidar makinesinin işte bu dişlileridir. Çünkü özgürlükleri kısıtlayanlar iki kez tutsak olmuşlardır: Birincisi başkalarının özgürlüklerini kısıtladıkları için, ikincisi ise kendi özgürlüklerini iktidar makinesinin dişlileri arasında parçaladıkları için.
Esas aktörün yanında, iktidarın nimetlerinden, kemiklerinden yararlanan, ikinci, üçüncü sınıf insanlar vardır. Bunlar yüksek düzeyde yöneticilerdir. Bunların Kral'ın soytarısından farklı bir işlevleri yoktur, onun ağzına bakar, dediklerini eksiksiz yerine getirirler. Bunlar, Kralları için yaşarlar. Onunla bütünleşmişlerdir. Çünkü kendilerine özgü işlevsel bir yanları yoktur. Biri gider, öteki gelir. Fark yoktur aralarında. Francis Bacon diyor ki, bu tür insanlar için, "Kişiliklerinde özgür değillerdir." Ben de Nietzche'nin deyişiyle yanıt vereceğim: "Bir de kişilik yoksa..." Kişilik yoktur bu tip insanlarda, eğilip bükülürler sürekli. Ve hep harcanırlar, sonları kaçınılmaz olarak çöplüktür. Onları çöpe atan da, her şeyini adadıkları Krallarıdır.
Eğer tek bir insanın önünde eğiliyorsan, geri kalan bütün dünyaya hükmetsen boştur, değmez. Ne kimsenin önünde diz çökün, ne de kimsenin sizin önünüzde diz çökmesine izin verin.
Kendisini insanların çobanı olarak gören yardımsever despot devlet, daha fazla koyunun kendisine itaat etmesini ister.
Bir tosunun ölü bedeniyle bir insanınki arasında çok fark var mıdır? Parçalara ayrılmış dudaklar, birbirine girmiş iç organlar, fazlasıyla benzer: ilkinin kesimi ikincisinin katlini kolaylaştırır, özellikle bir liderin emri çınladığında, ya da taç giymiş efendinin sözleri uzaktan geldiğinde, "Merhamet etmeyin."
Bu ülkede özellikle kadınlar hep kaderlerine razı oldu. Savaşmak diye bir olay akıllarının ucundan geçmiyor.
Büyümek, öğrenmek ve yaşlılarının kurallarına uymak ya da onlara karşı savaşmak, yapılması kolay bir şey değildir.
Bir zamanlar Sayın Bülent Ecevit'in söylediği gibi "Bir ülkeye dikta rejimini, baskı yapanlar değil, baskıya boyun eğenler getirirdi.