#inanç

Gizemcilik: Görülmeyenin üzerinde hayat sürmek, kendi varlıklarımızı duyunun içinden alıp Tanrı’yla birlikteliğe çekilmek — Tanrısal doğaya katılmaya gayret etmek; kutsallık, budur. Kendilerimize doğrunun ne olduğunu ya da Tanrı'nın isteminin ne olduğunu sorduğumuzda (aynı sorudur bunlar), bunun ardından O’nun ışığında yaşadığımızı söyleyebiliriz.

Anarşi daha çok ilim yuvalarından kaynaklandı. Hâlâ sokaklarda bir şey arayanlar, daha çok elinde kitabı, kalemi, defteri olanlar... Sokakları saran, nizamlara karşı gelen, devlet tanımayan ilmin bağrında yetişenlerdi. Mayasız ilim, Allahsız ilim, peygambersiz ilim, kitapsız ilim, uhrevisiz ilim!

Ölümün karşısında ve tanrı ile adaletin huzurunda bulunduğum şu anda, Atatürk’e övgüler yazmak için kaleme sarılan şair kadar vicdanım rahat. Uğruna can verecek adamlar bulunduğuna göre, davamızın daha güçlü olarak yaşayacağına inanıyorum. Ve diyorum ki Atatürk ölmüştür ama var olmakta devam ediyor. Şimdi ben de öleceğim ama Atatürk ilkeleri, ölümümle çok daha yüce bir değer kazanacak

Çocuktum, yaşamımı tiyatroya adadım: Hem sevdiğim bir işte, bir sanat kolunda çalışmak için, hem de bu sanat dalının toplumun yüreğinde çiçekler açtıracağına inandığım için... Bu inanç o kadar derine kök saldı ki, yarın kıyamet kopacağını bilsem bugün 'bir tiyatro daha açarım' diyecek ölçüde bir saplantı gibi. Saplantı sözcüğü abartılmış sayılmasın; tam anlamıyla yerinde. Çünkü, yeryüzünde tiyatronun binbir derde deva olduğuna inandım bir kez. Bütün kötülüklerin, insanın insandan kopmasından, uzaklaşmasından; birbirlerinin sıcaklığını, sevgisini duyamadıklarından doğduğuna inanç getirdim bir kez. Artık beni bu inançtan bu kanıdan kurtaramazdı kimse. Onun için, bu yolu doğru yol belledim. İyiliğe, güzele, gerçeğe çıkaran yol.

1960’lı yıllarda, Macaristan ve Çekoslavakya’daki ayaklanmaların Sovyetler Birliği tarafından bastırılması sırasında, genç bir sosyalist olarak rahmetli Mehmet Ali Aybar’ın “güler yüzlü sosyalizm” tezini yürekten desteklemiştim. Bazı arkadaşlarım ise bunu “revizyonizm” olarak yerden yere vuruyorlardı. Şimdi de 60 yaşını geçmiş, fanatizmden yorulmuş bir Müslüman olarak “güler yüzlü İslam”ı arıyorum.

Hacı anneanne ve babaannem, hacı dedem, bütün sülalem, Bulgaristan göçmeni, inançlı Sünniler. Ama ben bu ülkenin Alevi üyelerini kendime çok yakın görüyorum. Çünkü her geçen gün bana, bir “Alevi duruşu”, “Alevi karakteri” olduğunu gösteriyor. İyi bir eğitim anlayışlarının bulunduğuna, ailelerin kültürel özelliklerini yeni nesillere köklü biçimde aktardıklarına, moderniteyi savunduklarına tanık oluyorum.

Özellikle ideolojimize, inancımıza yönelik eleştirilerde, her zaman karşı savunma taktiği uygular ve "Eve ama, şu doğrular da var, bunlar da yapıldı." deriz. Ama unuttuğumuz bir şey vardır, denildiği gibi: üç doğru bir yanlışı götürmez. Ne kadar doğru yapılırsa yapılsın, yanlışlarla yüzleşmedikçe, o yanlışların üstü örtülemeyecektir doğrularla.

Liste
Yükleniyor…