#din

Mesela çocuk, alkolik veya madde bağımlısı olan bir annenin dinlenmemesi gerektiğini öğrenir. Annesine içgüdüsel olarak inanmaktan vazgeçemeyen, yani ilkel inancın yerine muhakemeyi koymayı öğrenememiş bir insan, tüm yaşamı boyunca da inanacağı bir otorite arar. Bunu kimisi tanrı fikrinde, kimisi büyüde, kimisi de bilimde bulur. Kesin bilginin mümkün olmadığını bile bile mutlu yaşayabilen insan sayısı tarih boyunca mini mini bir azınlıkla temsil edilmiştir.

Bir sürü mucize var dünyada ve hepsi de uydurma ama insanlar bunlara inanıyor. Özellikle din öğretisini insanlar çok erken yaşta aldıysa ve hatta bu bir travmayla beraberse ondan kurtulamıyorlar. Öyle ki insanlığın icat ettiği en zararlı şey dindir; tarih boyunca en çok kan dökmüş ve kültür zenginliklerini ortadan kaldırmış en yaygın kurumlar dini kurumlardır.

İsrail, Yahudi yerleşimlerini bir insan kalkanı olarak kullandığında "iç düşmanları"ndan daha az bir fanatizm sergilemiş olmuyor. İsrail ordusuna ulus adına değil Tanrı adına savaşan muhafazakâr Yahudiler sızmış durumda. İsrail ordusunun Hamas'ın füze tacizlerine karşı gösterdiği orantısız şiddet bu akıl tutulmasının işaretidir.

Bilimde, bilim adamlarının sıkça 'Biliyor musunuz, bu iyi bir argüman; benim fikrim sanırım yanlış' dediğini duyarsınız. Ve sonra fikirlerini değiştirirler ve onlardan artık eski bakış açısını bir daha duymazsınız. Bunu gerçekten yaparlar. Olması gerektiği kadar sık yapmazlar, çünkü bilim adamları da insandır ve değişiklik çoğu kez zordur. Fakat bilimde her gün olur bu tür bir şey. Politikada veya dinde ise böyle bir şeyin en son ne zaman olduğunu hatırlamıyorum bile.

Bilim tarafından gözler önüne serilen evrenin muazzamlığını ön plana çıkaran eski veya yeni bir din, geleneksel dinlere nazaran çok daha derin ve kuvvetli bir saygı, merak ve huşu uyandırabilir. Er ya da geç, böyle bir din oluşacaktır.

Kozmoloji bizi daha önce sadece mit ve din ile cevap verebildiğimiz en gizemli sorularla yüz yüze getiriyor. Kozmos ile bağlantı kurma isteğimiz gerçeğe en derinden şekilde yansıyor, fakat bizler astrologların vaat ettikleri gibi değersiz bağlarla değil, en derin şekilde bağlıyız.

Gökyüzünde duran ve yukarıdan süzülen her bir serçenin çetelesini tutan, uzun sakallı beyaz bir erkek olarak biçimlendirilmiş Tanrı düşüncesi gülünçtür. Ancak, Tanrı sözcüğü ile kastedilen, evreni yöneten fiziksel yasalar ise öyle bir Tanrı’nın varlığı açıktır. Bu Tanrı duygusal olarak doyurucu değildir... Yer çekimi yasasına dua etmek mantıklı olmaz.

Bacon insanın “doğa üzerinde sahip olduğu hakları” kullanmasından söz ediyordu. Aristoteles “doğanın tüm hayvanları insan için yarattığını” söylüyordu. Immanuel Kant’a göre “insan olmasaydı, yaratılmış her şey yaban kalır, bir hiç olur”du. Çok uzak olmayan bir geçmişte doğayı “fethetmek”ten ve uzaya “hâkim olmak”tan söz ediliyordu; sanki doğa ve kozmos, haklarından gelinmesi gereken düşmanlarmış gibi. Din adamları topluluğu da bu konuda önemli bir rol oynadı. Batı dünyasının dinlerine göre, insanlar nasıl Tanrıya boyun eğmek zorundaysa, doğadaki başka her varlık da insana boyun eğmek zorundaydı. (...) Descartes ve Bacon dinden çok etkilenmişlerdi. “Doğaya karşı biz” düşüncesi dinsel geleneklerimizden bize miras kalmıştır. Tekvin’de Tanrı insanlara “her canlı varlık üzerinde egemenlik” tanımış ve “her canavar”ın bizden “korkması” ve karşımızda “huşu duyması” buyrulmuştur. İnsanoğlu doğaya “boyun eğdirmeye” teşvik edilir ve “boyun eğdirme” ifadesi askeri anlamlar ima eden İbranice bir sözcükten çevrilmiştir.

Liste
Yükleniyor…