Sermayedara "işveren" payesini tercih eden bir cemiyet elbette ki liberalizmi takdis etmektedir... Tanrı gibi bir velinimet.
- Henüz kategori yok.
-
Müge Anlı ile Tatlı Sert Yeni Sezonunda Şüpheli Ölüm v…10.11.2025
-
Tera Yatırım Teknoloji (TEHOL) 2025/9 Döneminde Net Kâ…10.11.2025
-
EPDK'dan Ekim Ayında Enerji Piyasalarında Yoğun Lisans…10.11.2025
-
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün 87. Ölüm Yıldönümün…10.11.2025
-
10 Kasım Anması: İki Dakikalık Saygı Duruşu ve Sirenle…10.11.2025
-
Montella'dan İrfan Can Kahveci Çağrısı: Kararın Nedeni…10.11.2025
-
Borsa İstanbul'da İki Yeni Halka Arz: Pasifik Holding …10.11.2025
-
İzmir'de 31. Ata'dan Ana'ya Saygı Koşusu Yoğun Katılım…10.11.2025
-
Erdoğan'dan Dış Politika ve Savunma Sanayii Açıklamala…10.11.2025
-
E-Devlet Kapısı Dijitalleşmede Zirveye Koşuyor: Yeni H…10.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
#dil
Halk deyimlerinin havası şiirin kanat çırpmasına imkân vermeyecek kadar dar bir havadır.
Şiirde azalan verimler kanunu var. Dil bir açıdan işlendikçe o alanda elde edilen verimler bir noktadan sonra azalmaya başlıyor. Bu, bir bunalıma yol açıyor. Bunalımlar da yeni şiir alanları, yeni açılar bulunmasıyla sona erer hep.
Dilinizin sınırları, dünyanızın da sınırlarıdır. Dile ne denli egemenseniz, o ölçüde iyi çeviri yaparsınız. Bana sorarsanız, çeviri kutsal bir uğraş. Irak çağları, farklı duygulanımları, değişik düşünme ve yaratma ortamlarını yakın ve bir kılan, insanlığı kardeş kılan bir uğraş.
Osmanlıca diye bir dil yok. Osmanlıca bir “esperanto” dur, yani bir sürü dilin bir araya gelmesiyle yaratılmış yapay bir dildir.
Et yemekten zevk almaktan kaynaklanan kişisel çıkar, bariz bir şekilde yerleşmesinin bir nedeni ve atalet başka bir neden olsa da, bir dil kullanım süreci, söylemi bu konuların asla ele alınmasına gerek kalmayacak şekilde inşa ederek et hakkındaki tartışmaları içine alır.
Hayvanlara yönelik baskıyı en az iki düzeyde kurumsallaştıran bir kültürde yaşıyoruz: mezbahalar, et pazarları, hayvanat bahçeleri, laboratuvarlar ve sirkler gibi resmi yapılarda ve dilimiz aracılığıyla.
Dil bizi et yeme gerçeğinden uzaklaştırır, böylece et yemenin sembolik anlamını pekiştirir, bu sembolik anlamı özünde ataerkil ve erkek odaklıdır.
Ceset yemekten ziyade et yemeye atıfta bulunmamız, dilimizin baskın kültürün bu faaliyeti onaylamasını nasıl ilettiğinin merkezi bir örneğidir.
Et, görülmeyen ama her zaman orada olanın, hayvanların ve dilin ataerkil denetiminin sembolü haline gelir.
İnsan da dahil eşyaya duyulan sevgi kelimeyledir. Onunla başlar, “birden sevdim” deriz ya da “çok seviyor” deriz. Bakın kelimesiz anlıyamıyoruz bu sevgiyi ve bu sevgi, kelimeleri hangi terkip içinde kullanırsak kullanalım, yüksekliği kelimenin yüksekliği kadardır; ve “sevgi öldü”, “artık sevmiyor” dediğimizde, sevgi kelimeyle çeker gider.
İnsanlar şu üç şeyden kurtulursa, huzura kavuşurlar: Kötü dil, kötü el ve kötü davranış.
Kurtuluş üç şeyledir: Dilini tutman, evinde oturman ve işlediğin günahlara karşı pişmanlık duyman.
Akıl süsü dil, dil süsü sözdür. İnsanın süsü yüz, yüzün süsü gözdür. İnsan sözünü dili ile söyler; sözü iyi olursa, yüzü parlar.
Tecrübemiz çoğu zamanlarda göstermektedir ki, insanların en az söz geçirebildikleri şey, kendi dilleridir.