Yeryüzünün bütün dinlerinde ‘orduların Tanrısı’nı, ‘kıskanç bir Tanrı’, ‘intikamcı bir Tanrı’, ‘yakıp yıkan bir Tanrı’, katliamdan zevk alan ve kullarının onun bu zevkine hizmet etmeyi görev bildikleri bir ‘Tanrı’ buluruz. ... İnsan ... sadece din adamlarının hayal ürünü hikâyelerinden tanıdığı tanrısının boyunduruğu karşısında eğilmek zorunda olduğuna inanır; o din adamları ki her mutsuz ölümlüyü önyargı zincirine bağladıktan sonra onun efendisi olarak kalırlar ya da onu tanrının yeryüzündeki temsilcisi olan –ve tanrılardan daha az korkunç olmayan– tiranların mutlak iktidarı karşısında savunmasız bırakırlar.
- Henüz kategori yok.
-
Arnold Schwarzenegger'dan The Running Man Remake'ine T…08.11.2025
-
Beşiktaş'ta Rafa Silva'nın Geleceği Belirsiz: Saha İçi…08.11.2025
-
Cengiz Ünder'den 8 Milyon Liralık Göz Kamaştıran Evlil…08.11.2025
-
Uzun Süreli Melatonin Kullanımının Kalp Sağlığına Olas…08.11.2025
-
Körfez'in Nefes Kesen Derbisi: Al-İttihad ve Al-Ahli K…08.11.2025
-
Yeşil Vatan Seferberliğiyle Geleceğe Nefes: Sinop ve S…08.11.2025
-
Arteta'dan Sunderland Maçı Öncesi Arsenal Değerlendirm…08.11.2025
-
Beşiktaş'ta Yeni Futbol Komitesi Göreve Başladı: Tammy…08.11.2025
-
Bundesliga'da Büyük Çalkantı: Bayern Serisi Bitti, HSV…08.11.2025
-
Juventus-Torino Derbisi: Serie A'da Zirve Mücadelesi v…08.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
Paul Henri Thiry d'Holbach
Vicdan, hareketlerimizin hemcinslerimiz ve dolayısıyla kendimiz üzerinde tesir yapabileceği şuurudur. Vicdan azabı ise hareketlerimizin, muhitimizin kin ve nefretini üzerimize çekebileceğini düşünerek hissettiğimiz korkudur.
Teoloji, doğal süreçlere yönelik bilgisizliğin yol açtığı bir sistemden başka bir şey değildir. İnsan bazı olguların varlığını tanrılara atfetmekle... aslında kendi zihninin karanlıkları yerine tanrısal gücü ikâme etmekten başka bir şey yapmıyor. Bu ses onun huşu dolu bir saygı ile dinlemeye alışkın olduğu bir ses değil midir?
Tanrı kavramının kaynağı, insanın duyduğu acıda, korkuda ve tedirginliktedir.
Tanrı fikri yeryüzüne o kadar genel olarak neşredilmiştir ki, insan türünün evrensel bir hatasından başka bir şey değildir. Şimdi geriye kalan şey, bu hatanın faydalı olup olmadığının incelenmesidir.
Platon şöyle demiştir: Erdem Tanrı’ya benzerlikte meydana gelir. Ama insanın benzemesi gereken bu Tanrı’yı nerede bulabiliriz? Doğada mıdır? Heyhat! Onu hareket ettirmesi gereken, insan ırkına büyük belalar ve büyük menfaatler neşreder; sıklıkla en masum ruhlara karşı haksız davranır, en yoldan çıkmış fanilere en büyük lütufları sağlar ve eğer emin olduğumuz üzere, bir gün kendini daha adaletli olarak göstermek zorunda olacaksa, kendi davranışlarımızı onunkilere göre düzenlemek üzere o zamanı beklemeye mecburuz.
Madde ve ruh, bir ve aynı şeydir. Hareket ve madde, evrenin temelidir, insan, duymak, düşünmek ve eylemde bulunmak özüne sahip olan maddeden yapılmıştır.
İnsanoğlu Tanrı hakkındaki düşüncelerinin gerçekçi bir muhasebesini yapacak olursa, tanık olduğu olayların bilinmeyen, gizli kalan nedenlerini dile getirmek için çoğu zaman «tanrı» sözcüğünü kullandığını itiraf etmek zorunda kalır. Bu sözcüğü, nedenlerin kaynağını bulamadığı, doğal olanın kaynağı anlaşılır olmaktan çıktığı zaman kullanmaktadır. Ya da nedenleri birbirine bağlayan zincirin halkalarını kaybettiği anda, sonucu Tanrı’ya bağlayarak sorunu çözer ve araştırmasına son verir. Bu yüzden, bir şeyin oluşunu tanrılara bağladığında, aslında zihnindeki karanlığın yerini, hayret duygusuyla önünde eğildiği alışılmış bir sese terk etmekten başka bir şey mi yapıyor?
İnsanların batıl inançlara sahip olmasının tek nedeni korkak bir varlık olmasıdır; korkak olmasını tek nedeni de cahil olmasıdır.
İnsanlar bu dünyadaki yaşam trajedisine başkaca bir avunç bulamadıkları için din tanrıları yaratmıştı. Dehşet ve felaketi savuşturmak için perdenin arkasında gizlendiğini hayal ettikleri bir ‘aracı’nın beğenisini kazanmaya çalışarak, yanıltıcı kontrol duygusunu oluşturmak adına felsefe ve dinin düş ürünü tesellilerine dönmüşlerdi insanlar.
İnsanlara kendi akıllarına saygı duymaları ve cesur olmaları telkin edilmeli ve kendileri için arkasından koşması gereken hayallere gereksinimleri varsa, doğruluk, iyilik ve barış sevgisini benimsemeleri öğretilmelidir.
İnsanlar, başlarına gelen ve nedenlerini bilip anlayamadıkları felâketleri tanrısal bir varlığa bağlamışlar; bunları onun yaptığına inanmışlardır.
İnsan toplum içinde yaşadığından, kendisine benzer ve kendi gibi hassas kişilerle sarılmış bulunmaktadır. Onların hepsi memnun olmak ve acıdan kaçmak isterler. Memnuniyetlerini mucip her şeye “iyi”, acıya sebep olan her şeye ise “kötü” derler. Devamlı olarak fayda temin eden her şeyi fazilet, diğer insanların karakterinde bulunan ve kendilerine zarar veren her şeyi kusur olarak vasıflandırmaktadırlar.
İnsan soyunu aldatmak isteyen düzenbazlar daima aynı hilelere başvurdu; sınamadan daima kaçındılar; sınamanın karşısına gizemleri, belirsizlikleri, korkuları çıkardılar.
İnsan, kendi dünyasının dışında gezinmek ister; mükerrer denetimlere, hırslı, çılgın deneyimlerine bakmaksızın, hâlâ imkânsız olana kalkışır; araştırmalarını görünen dünyanın ötesinde gerçekleştirmeye gayret eder ve sefaleti hayali diyarlarda arar. Pratik bir filozof olmadan önce metafizikçi olur. Hayaller üzerine meditasyon yapmak için gerçekler üzerinde düşünmeye son verir. Varsayımda bulunmak, hipotezlere kendini vermek için deneyimi ihmal eder. Aklını geliştirmemeye cüret eder, çünkü ilk günlerinden beri onun suçlu olduğunu düşünmesi öğretilmiştir. Yaşadığı dünyada mutlu olduğu imkânları düşünmeden önce, başka bir hayatın belli belirsiz yerlerindeki kaderini biliyormuş gibi davranır; kısacası, insan doğanın çalışmasını küçümser.
İnsanın mutsuzluğunun kaynağı, doğa konusundaki cehaletidir. Çocuklukta öğrendiği düşüncelerden kurtulmak için tutunduğu azim, ki bu düşünceler onun varoluşuyla örülmüştür, zekâsını doğru yoldan saptıran, zekâsının gelişmesini engelleyen, onu hayalin kölesi yapan sonradan gelen önyargı, onu daimi hataya mahkûm edecek gibi görünmektedir. Deneyimsiz ve boş kavramlarla dolu bir çocuğa benzemektedir; tehlikeli bir maya kendini onun bütün bilgisiyle karıştırmaktadır; çaresiz, muğlak, oynak ve yanlıştır: Düşüncelerinin sesini, hatalı olan veya onu kandırarak menfaat sağlayacak, başka kişilerin otoritesine taşır.
Gerçekte, dinleri hakkında, halkın hiçbir fikri yoktur; din olarak adlandırılan şey, bilinmeyen görüşlere ve sırlara bulaşmış işlere kör bir bağlılıktan başka bir şey değildir. Fiilen, halktan dinini koparmak, ondan hiçbir şey koparmamaktır. Eğer onun batıl fikirlerini sarsmaya ya da yok etmeye erişilmiş olunsaydı, karşılıksız çalışmayan rehberleri hakkındaki tehlikeli güvenleri azaltmaktan ya da yok etmekten ve din bahanesi altında, kendisini çoğu kez pek kötü aşırılıklara yönelten kimselere güvenmemeyi öğretmekten başka bir şey yapılmış olmazdı. Eğitmek ve öğretmek bahanesiyle, din, insanları kötülükte ve cehalette tutar ve en çok ilgileri olan şeyleri öğrenme isteğini bile onlardan koparır.
Geçmişten bu yana, halklar yeryüzünde kendilerini çok mutsuz hissettikleri için onları, tanrısal öfke ile tehdit ederek susmaya zorluyorlar; sefilliklerinin gerçek nedenlerini görmelerini engellemek için bakışlarını göğe çevirtiyorlar.
Evren, kesin kanunlara uyar; her varlık ve her olay belirlenmiştir; belli nedenlerden ortaya çıkar.
Doğa insana şöyle der: Sen özgürsün, yeryüzünde kimse seni senin haklarından kanunen yoksun bırakamaz. Din ona şöyle seslenir: O bir köledir ve Tanrısı tarafından ömrü boyunca temsilcilerinin demir çubukları altında inlemeye mahkûm bırakılmıştır. Doğa insana doğduğu yurdu sevmesini öğütler, o yurda inançla hizmet etmesini, ona zarar vermeye çalışanlara karşı kendi menfaatlerini yurdununkilerle harmanlamasını söyler; din ona şikâyet etmeden yurt üzerinde baskı kuran zorbalara itaat etmesini emreder, yurduna karşı onlara hizmet etmesini, onların boyun eğmez kaprisleri altında diğer yurttaşlarını köleleştirerek lütuflarını hak etmesini emreder.
Doğa, insana aklını kullanmasını ve rehberi yapmasını söyler; din ise insan aklının yozlaşmış olduğunu, güvenilmez bir rehber olduğunu ve hilekâr bir Tanrı tarafından yaratıklarına yoldan çıkmaları için rehberlik yapmak üzere verilmiş olduğunu öğretir. Doğa insana aydınlanmasını, gerçeğin peşinden gitmesini, kendini sorumlulukları hakkında eğitmesini söyler; din hiçbir şeyi araştırmamasından, cehalet içinde yaşamasından, gerçekten korkmasından memnun olur; insan ve hakkında hiçbir zaman herhangi bir bilgi sahibi olamayacağı varlık arasında mevcut olandan daha önemli bir ilişki olmadığına insanı ikna eder.
Doğadan edindiğimiz her bilgi, tanrıları öldürmektedir. Tıpkı bilmediklerimizin tanrıların doğumuna sebep oluşu gibi.