Ingmar Bergman

... Varolmanın umutsuz düşü... var gibi olmak değil, var olmak. her an bilinçli... Aynı zamanda kendin için olduğun insanla diğerleri için olmanın farklılığı... baş dönmesi hissi ve sonunda yorgunluktan ölme isteği... içinin görülmesi, kesilip biçilmek, hatta hatta yok edilmek... Her ses bir yalan, her jest sahne, her gülümseme bir tuzak... İntihar mı? Hayır!

Böyle olmak zorunda mıydı, yalan söylememek, gerçeği söylemek, dürüst davranmak gerçekten bu kadar önemli mi? İnsan aklına geldiği gibi konuşmadan yaşayabilir mi? Yalan söyleyip kıvırmadan, bahane bulmadan. insanın kendisini biraz bırakması, boş vermesi, yalancı olması, daha iyi değil mi?

... Bütün endişelerimiz, ihanete uğramış düşlerimiz, bu anlaşılmaz vahşet, kaybolan şeyler için duyduğumuz korku ve dünyevi koşullarımızın acı dolu ağırlığı yavaş yavaş dünya dışı bir umudu alarak kristalize oluyor. İnanç ve şüphelerimiz karanlığa karşı sessiz bir çığlık ve sessizlik terk edilmişliğimizin en büyük kanıtı.

Her sabah uyandığımda hayata karışmak için özel bir çaba sarf ediyorum. Yüzüme taktığım maske mi gerçek, yoksa altında saklı olan ve benim “ben” demekten çekinmediğim varlık mı? Her şey sahte, gerçekten nasıl güldüğümü bile hatırlamıyorum. Yüzüm, gülüşüm, bakışlarım önceden tasarlanmış, dış dünyadan korunmak için bir kabuk gibi kullanıyorum onları. Sesime bile dayanmam mümkün değil.

İnsanlar filmlerimdeki amaçlarımın neler olduğunu sorar. Bu zor ve tehlikeli bir sorudur ve ben genellikle kaçamak yanıtlar veririm: İnsanın içinde bulunduğu durumlarla ilgili gerçekleri, gördüğüm gibi söylemeye çalışıyorum.

Liste
Yükleniyor…