Voltaire'in kahkahası baykuşun ulumasından farksız, yakın harabelerin rüyasıyla sermest bir baykuşun... Bu çökmeye hazır medeniyet üç sütün üzerinde duruyor; süngü, açlık, fuhuş. Fransa yorgundur, zaferden yorgun, sefahetten yorgun.
- Henüz kategori yok.
-
Arnold Schwarzenegger'dan The Running Man Remake'ine T…08.11.2025
-
Beşiktaş'ta Rafa Silva'nın Geleceği Belirsiz: Saha İçi…08.11.2025
-
Cengiz Ünder'den 8 Milyon Liralık Göz Kamaştıran Evlil…08.11.2025
-
Uzun Süreli Melatonin Kullanımının Kalp Sağlığına Olas…08.11.2025
-
Körfez'in Nefes Kesen Derbisi: Al-İttihad ve Al-Ahli K…08.11.2025
-
Yeşil Vatan Seferberliğiyle Geleceğe Nefes: Sinop ve S…08.11.2025
-
Arteta'dan Sunderland Maçı Öncesi Arsenal Değerlendirm…08.11.2025
-
Beşiktaş'ta Yeni Futbol Komitesi Göreve Başladı: Tammy…08.11.2025
-
Bundesliga'da Büyük Çalkantı: Bayern Serisi Bitti, HSV…08.11.2025
-
Juventus-Torino Derbisi: Serie A'da Zirve Mücadelesi v…08.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
Benzer Sözler
Sizi tedirgin eden şeyi söyleyeyim mi? Fransa'nın üç yüz yıldır yaydığı büyük özgürlük ışığı tedirgin ediyor sizi; o akıldan yapılmış ışık. Aydınlık Fransız ulusundan meydana gelen ve dünyanın bütün uluslarının yüzüne Fransa'nın parıltısı halinde vurmuş olan o ışık rahatsız ediyor sizi.
Adam İngilizin dokuduğu kumaştan elbiseyi giyiyor. Alman malı lokomotifin çektiği trene biniyor. Namaz vaktine ne kadar kaldığını cebindeki İsviçre malı saate bakarak kestiriyor. Odesa'dan getirilen Rus unundan yapılma ekmek yiyor ama şapkayı giyince kâfir olacağını sanıyor. Bu karanlık, donmuş, hasta kafayı yenmemiz gerek. Çünkü bir an dalsak, bu kafa devreye girer, halkı yine kendine benzetmeye, ortaçağa çekmeye kalkışır. Onun için yarımız uyusak, yarımız uyanık durmalıyız.
Demokrasimiz tökezledikçe, dünya üstümüze geldikçe kendi konumumuzu Anglo-Sakson demokrasilerine göre değil, ufuk daraltarak Fransız Cumhuriyeti'ne göre değerlendiriyoruz. İki Fransa var. Biri giyotinli, anayasasını insan derisi ile kaplamış, Baudelaire'i cezalandırmış, yargı öncesi insanları giyotine gönderen Savcı Foulquie'yi çıkarmış jakoben Fransa. Ben bu Fransa'ya karşıyım. Öbürü Deckartes'ın, Voltaire'nin, Balzac'ın, Camus'nün, Lacan'ın Fransa'sı. Benim sevdiğim bu ikinci Fransa'dır.
Eğer Fransa'da yaşamak bazı insanları sıkıyorsa, onlar ülkeden ayrılmakta özgür hissetmeli.
Toplum kendi teknolojisinin bir ürünü haline geldiğinde kendi kendisini yok eder.
Fransa’nın yazı da yoktur kışı da yoktur, ahlakı da yoktur. Bunların dışında iyi bir ülkedir.
Medeniyetimizin ayakta kalmasını istiyorsak büyük adamların önünde eğilmeyi, diz çökmeyi bırakmalıyız.
Bir ulus her zaman büyük şehirlerinde çürümeye başlar, aslında belki de her zaman orada çürür.
Bereketli Hilal ile Doğu Akdeniz toplumları ekolojik olarak kendi kaynaklarının tabanını yok ederek kendi kuyularını kazdılar. En eski toplumlardan, doğudaki (Bereketli Hilal'deki) toplumlardan başlayarak her bir Akdeniz toplumu kendi kuyusunu kazarken güç batıya kaydı.
Hırsızlığı kaldır, artık mahzenlere, demir kapılara, kasalara, bankalara, polislere, bekçilere lüzum kalmaz. Medeniyet çalışmalarının ehemmiyetli bir kısmı şıp diye durur.
Doğa, hoşgeldin diyen kollarıyla uzanır bize ve onun kadınsı güzelliğinden haz almaya çağırır bizi; ama biz onun sükunetinden ürker, kalabalık kentlere akın ederiz ve orada tıpkı vahşi bir kurdun önünden kaçışan koyunlar gibi birbirimizi sıkıştırarak yaşarız.
İnsanlar önce zorunluluk hissederler, sonra fayda ararlar, sonra rahatlık ararlar, daha sonra zevkle eğlenirler, sonra lüks içinde dağılırlar ve sonunda delirirler ve özlerini boşa harcarlar.
Bir zaman sonra, "karanlık çağlar" dediğimiz şey belki de bizim çağımızı da kapsayacaktır.
Bir Osmanlı prensini ilk defa 1910 sularında Fenerbahçe yolunda görmüştüm. Açık körüklü, tekerleği yaldızlı, mavi atlas döşemeli bir fayton içinde; kostümü hemen hemen sarı, kozmetikli bıyıklarının iki ucu dimdik, genççe bir kadın görünce yarı beline kadar dışarı doğru sarkan, arabacısının yanında harem ağası ve peşinde uzun fesli hafiyeleri ile salnamelerde sadece isimlerini okuduğumuz şehzadelerden biri idi. Osmanlı tarihinde kurucu ve savaşçı padişahların destana benzer hikâyelerini ezberliyorduk. Bir Osmanoğlu'nun bu ilk görünüşünü bir türlü hayalime yedirememiştim. Yaşım hayli küçük olmakla beraber, onda bir piyasa züppesinin gülünçlüğünü sezindim.
Bir padişah ki budalaca kuruntu yüzünden, yirminci yüzyılda, İstanbul'a elektrik sokmaz. Telefon getirtmez. Askere manevra fişeği ile de ateş talimi yaptırmaz. Donanmayı, eğer denize açılırsa toplarını Yıldız'a çevirip vurabilir diye ön köprü ile bağlı Haliç'te çürütür. Bir padişah ki okullarda edebiyat dersi okutmaz. Kuru övme dışında tarih dersi verdirmez. Aşk şiirini, romanını bile yasak eder. Kendi adıdır diye bir sabah uyanıp bütün kısa "a"lı Hamidleri uzun "a"lı Hâmid'e ve veliahtının adıdır diye bütün Reşad adlarını Neşet'e değiştirtir. Otuz üç yıl böyle bir padişahın hükmü altında çöküp giden bu memlekette 1965'te onu "Ulu Hakan" diye ananları deneme tavşanı gibi kullanılmak üzere akıl hastanesine yollamaz da ne yaparsınız?
Sanattan zevk almayan halk, barbar bir halktır; Bununla birlikte, halk ciddi ölçüde yaşamdan kopar; Bu andan itibaren günleri sayılıdır.