Benzer Sözler

Üzerinde çalıştığımız her hayvan bizi şaşırttı. Kurtların, köpeklerin ne kadar akıllı olduklarını gördük. Ama sadece onlar değil, “kuş beyinli” diye dalga geçtiğimiz kuşlar da çok akıllı. Sayı sayabiliyor, alet kullanabiliyorlar. Biz entelektüel olarak çok da farklı değiliz. Sadece öyle olduğumuzu düşünüp egomuzu şişiriyoruz.

Doğadan ayrı kalan insan, kibre tutulup tüm hakikati yadsımaya başladı, ve kendini doğanın hükümdârı olarak bildi. Ne zaman ki uzaklaştırdı kendini özünden, var oluşun temelinden, “doğa”dan, o zaman hastalıklar sardı bedenini ve şimdi de onlardan ilaç ve kimyasal bileşimlerle kurtulmaya çalışıyor. Bedenini ilaçlarla, toprağı ise kimyasal gübre ve herbisitlerle dolduruyor.

Yıkıcı güçler birçok bitkiyi yok eder, ama bitkiler yine de yeşermeye devam eder. Piramitler bir papatyanın dayanıklılığına asla ulaşamaz. Bülbüller Buddha'nın ya da İsa'nın sözlerinden önce de ötüyorlardı, onların sözlerinin unutulmaya yüz tutmasından nice sonra da ötmeye devam edecekler. Çünkü bu, ne vaazdır, ne öğreti, ne emir ne de baskı. Bu yalnızca şarkıdır. Ve başlangıçta Kelime yoktu, cıvıltılar vardı.

Sınırlara karşıyım. Yani düşünsenize; doğa üzerinde Tanrı'nın ya da herhangi bir varlığın ya da bir şeyin yarattığı ya da kendi kendine var olmuş bir canlının, örneğin biz işte, insanız, çok zekiyiz, vesaire şuyuz... Ya bir kuş o sınırdan geçebiliyor, karınca sınırdan geçebiliyor, kurtçuk aşağıdan sınırdan geçebiliyor, biz geçemiyoruz. Neden? Çok zekiyiz çünkü. Kafamız çok çalışıyor. Kafamız çok çalıştığı için buraya bir sınır çizmişiz ve buradan buraya geçemiyoruz. Ya bu kadar saçma bir şey olabilir mi dünyada? ("Aykırı Sorular"da)

İnsanoğlunun en büyük zaafı, dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanması. Hatta bütün yiyecekleri, hayvanları ve doğayı kendine sunulmuş bir nimet sanıyor. Evren dediğimiz bütün içerisinde, kendisini diğer canlılardan ayrı tutuyor. Çevreyi istediği gibi kullanıyor. Yıkıyor, yok ediyor. Halbuki insanoğlu bu evrende zincirin sadece küçük bir parçası. Bunu reddederek aslında kendisine bir hapishane yaratıyor. İnsanın bu yanılgıdan kurtulması en büyük özgürlük. Tabii bu da tam olarak mümkün olmayabilir ama bu çabanın kendisi de bir özgürlük.

Ortaçağ'da insan, doğayı etkileyemediği ve kontrol edemediği için kendine güvenden yoksundu. Bitkisel bir yaratıktı. Tekelsi düzende ise insan, toplumu etkileyemediği ve kontrol edemediği için kendisine güven duyamıyor. İnsanı insan yapan nehrin akışını değiştirmektir; bunun için çaba ve ortak çaba gerekiyor. Ortak çaba başarıya ulaştığı ölçüde insan yükseliyor.

Nietzsche, ilerleme’ye ve dolayısıyla insan’a inanmıyor. Tekellerin egemenlik kurmaya başladığı bir dönemde yaşıyor; tekellerin bireyleri sürüye çevirmeye başladığını görüyor. Bu görgü ve hastalıklı bir yapıyla, tekellere cephe almak yerine sürüye dönüşen kütlelere cephe almaya kalkıyor, sıradan insandan tiksinmeye başlıyor.

Liste
Yükleniyor…