Hayvanlara uzun uzun bakıyorum da ben de onlar gibi hayvanlaşıp yaşayabilirim diyorum, hepsi kendi aleminde öylesine huzur içinde hallerinden sızlanmazlar, kan ter dökmemekteler, karanlıkta gözleri açık uzanmıyorlar ve ağlamıyorlar günahlarına, Tanrı'ya olan borçlarını konuşup midemi bulandırmıyorlar, hepsi hoşnut, hiçbirinin mal tutkusuyla gözü dönmemiş, hiçbiri ne öbürünün ne de binlerce yıl önce yaşamış kendi türünden birinin önünde diz çökmüyor, hiçbiri dünyanın ne en mutsuzu, ne de en saygın değeridir.
- Henüz kategori yok.
-
Girona Küme Düşme Hattından Çıkış Arayışında: Alavés M…08.11.2025
-
Adanalı Genç İş İnsanı Mehmet Hanifi Kalo Hayatını Kay…08.11.2025
-
Irmak Ünal'dan Kanserle Mücadele Sürecine Dair Samimi …08.11.2025
-
Schalke ve Elversberg Zirve Yarışında: Gençler Sahne A…08.11.2025
-
Premier Lig'de Büyük Heyecan: Tottenham - Manchester U…08.11.2025
-
Şanlıurfaspor'dan PFDK Kararına Sert Tepki: İtiraz Red…08.11.2025
-
Gaziantep'te Umre Yolcusunu Karşılamaya Giden Aile Tra…08.11.2025
-
Premier Lig'in Zirve Yarışında Tottenham-Manchester Un…08.11.2025
-
Hull City, Portsmouth Karşısında Evinde Galibiyet Arıy…08.11.2025
-
Sakaryaspor - Serikspor Karşılaşması Öncesi Son Durum …08.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
Medeniyet Eleştirisi
İnsan türü son sürat evrimsel bir çıkmaz sokağa doğru gidiyor. Gezegeni yok ediyoruz ve yaptığımız her şey hayvanları öldürüyor. Ahlâki pusulamızı kaybettik. Etik ve merhamet/şefkat yerine güç ve çıkar terimleriyle düşünüyoruz. Hayata hürmet duygumuz kalmadı, doğayla aramızda bir bağ kurma hissi kalmadı. Tanrı’nın her şeyi bizim için yarattığına inanıyoruz, ona benzer şekilde yaratıldığımıza inanıyoruz. Kendimizi geniş bir biyotoplumun yurttaşları olarak değil, doğanın fatihleri olarak görüyoruz. Ekosistemleri sürdürmede insan olmayan hayat formlarının önemine dair hiçbir fikrimiz yok. Hayvanlara yaptığımız şeyi aslında kendimize yaptığımızı idrak edemiyoruz. Ve bütün bunlar olurken, türümüzün karşı karşıya kaldığı en büyük meydan okumaya rağmen eğlence dünyasının fantezi diyarlarında yaşıyor, film yıldızlarının estetik makyajları ya da cinsel hayatlarıyla ilgileniyoruz. Ben hayvanlara yönelik bir hürmet duygusunu savunarak insanın ahlâki evrimini geliştirdiğimize inanıyorum.
Modern uygarlığı kurmak için insanlar nehirlere barajlar kurdu, yağmur ormanlarını kesti, bataklıkları kuruttu, milyarlarca hayvanı katletti. Vahşi hayat yerine sosyal ve doğal dünyayı harmanlamaktan uzak, ekolojiye saygı duymayan geniş cam, çelik ve beton imparatorluklar kurdular. “Kalkınma” adına modernite, biyoçeşitlilik hayvanat bahçesi kafeslerinde ve donmuş DNA tüplerinde hayatta kalmaya çalışırken yaban otlakları birkaç koruma alanına indirgedi. Doğayı hakimiyet altına alma maceramız –“kalkınmamız”- otobanlarla, gökdelenlerle, fast food mekanlarıyla, büyük alışveriş merkezleriyle, otomobil galerileriyle ölçülüyor. İnsanlar büyümemenin ilerlememek anlamına geldiğini düşünüyor; oysa gerçek tam tersi.
Rousseau, Condorcet ve Marks gibi birkaç modernist, kalkınma kavramını bütün insanlara faydası olan evrensel bir terim olarak tanımlamış, ama bu denkleme başka türleri katmamıştır. Hiçbiri modern dünyanın insanların kazanımlarının, hayvanların ve dünyanın kaybetmesi pahasına elde edildiği fikri üzerinde düşünmedi. Batı medeniyeti kalkınmayı, milyarlarca hayvanın köleleştirilmesi, sömürülmesi, katledilmesi; doğanın yağmalanıp talan edilmesi yoluyla kendi refahında ve konforunda meydana getirdiği gelişmeler olarak ölçmüştür. Hayvanlar ve ekolojik bakış açısından bakıldığında ise “kalkınma” bir gerilemedir -bu da kürk çiftçiliği, fabrika çiftçiliği, mezbahalar, aşırı nüfus artışı, türlerin yok oluşu, küresel ısınma ve dünyanın giderek kötü bir hal alması gibi korkunç gelişmelerden de alenen belli olmaktadır.
Osmanlı Batı' dan birkaç yüzyıl geri olsa da, şehirleri ve köyleri modern dünyada giderek kaybolan her türlü erdemin son sığınağıdır.
Demek oluyor ki medeniyet insanların doğadan kopmasına yol açan sosyal koşullara neden olmaktadır. Medeniyet doğanın fethedilmesidir.
Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip "bu benimdir" diyen ve ona inanacak denli saf başkalarını bulan ilk insan, uygar toplumun gerçek kurucusu oldu. Kazıkları sökerek ya da hendeği doldurarak başkalarına, "Bu düzenbazı dinlemeye son verin, meyvaların herkese ait olduğunu ve toprağın hiç kimseye ait olmadığını unutursanız bittiniz demektir" diye bağıracak biri, insan soyunu hangi suçlardan, savaşlardan, cinayetlerden, sefilliklerden ve dehşetlerden kurtarardı.
Ordularınız, donanmalarınız, cezaevleriniz, polisiniz olduğu sürece uygarlaşamayız. Hiçbir ulus medeni değil. Medeni olmak devam eden bir süreçtir.
Uygarlık, henüz insanların hayvanlıklarından çok şey değiştirmemiş; yalnız üzerlerine sahte bir yıldız tabakası çekmiştir.
Hırsızlığı kaldır, artık mahzenlere, demir kapılara, kasalara, bankalara, polislere, bekçilere lüzum kalmaz. Medeniyet çalışmalarının ehemmiyetli bir kısmı şıp diye durur.
İnsanlar ilk başta zorunluluklarını duyumsar, sonra faydalı olanı arar, ardından ise konforla meşgul olurlar. Buna kendilerini zevk ve eğlence ile oyalamaları eşlik eder. O zamandan sonra sefahatin içinde rezillikleri boy verir, ve nihayetinde çıldırarak kendi varlıklarını tüketirler.
Artık uyuduğu medeniyet tarafından zehirlenmeyecek, ve karada kaybolmak için karada tek başına yürüyor.
Voltaire'in kahkahası baykuşun ulumasından farksız, yakın harabelerin rüyasıyla sermest bir baykuşun... Bu çökmeye hazır medeniyet üç sütün üzerinde duruyor; süngü, açlık, fuhuş. Fransa yorgundur, zaferden yorgun, sefahetten yorgun.
Rasyonelden irrasyonele itildiğimizin farkıda değiliz... Belki de medeniyet uyuyor ve zaman zaman rüya görüyor.
Onların ne kadar medeni olduklarını görmek için sadece Paris, Berlin, Londra, Roma’ya Broadway’e, Manhattan’a, Holywood’a bakmak yetmez; Ebu Gureyb’e, Guantanamo’ya, Gulag takımadalarına, Ruanda’ya, Çad’a, Afganistan’a da bakmak gerekir.