Ben A Milli Takım kaptanı olarak gazeteyi ziyarete gittiğimde Hıncal Uluç magazin sayfasında, Haşmet Babaoğlu ise kültür-sanat sayfasında çalışıyorlardı.
- Henüz kategori yok.
-
Fransa Ligue 1'de Marsilya - Brest Maçı: Kritik Randev…08.11.2025
-
Mevsimlik Lezzetlerle Sonbahar Sofralarına Özel Risott…08.11.2025
-
Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi Hedefi ve Mali Zaferle…08.11.2025
-
Sevilla'dan Tarihi Zafer: 14 Yıllık Hasret Guadalquivi…08.11.2025
-
Suudi Arabistan Pro Lig: Al Fayha - Al Akhdoud Karşıla…08.11.2025
-
Lando Norris Sao Paulo Sprint'i Domine Etti, Piastri'n…08.11.2025
-
West Ham United, Burnley Karşısında Kritik Maça Çıkıyo…08.11.2025
-
Türk Telekom - Karşıyaka Maçı Öncesi: Yükselişteki Baş…08.11.2025
-
Bundesliga: Union Berlin, Zirvedeki Bayern Münih'in Ye…08.11.2025
-
Amedspor Taraftarından Hatayspor'a Sıcak Karşılama, Gö…08.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
Anı
İzmir'de konser veriyordum. Sahnedeyken yüzüme gelen bir bez parçasını elime alıp tam bir saat boyunca mendil gibi sallayarak halay çektim. Kulise gittiğimde bir de baktım ki salladığım dantelli külotmuş!
Taklit etmenin marifet sayıldığı günlerde bir yabancı ünlü müzik adamı dostum İstanbul'a geldi, konuğum oldu. Gazinoları birlikte dolaştık. Bizim yorumcularımızı dinledik, alkışladık. Gecenin sonunda, ben ondan şarkıcılarımıza iltifat beklerken, adam ne söylese beğenirsiniz: 'Çok güzel bir geceydi. Çok teşekkür ederim. Çok eğlendim. Ama bir şeyi çok merak ettim. Kimisi Frank Sinatra gibi İngilizce 'Strangers in the Night' söylüyor, kimisi Gilbert Becaud gibi Fransızca 'Et Maintenant' söylüyor, kimisi Nino Bravo gibi İspanyolca 'Mi Querida Mama' söylüyor. Bu değerli yorumcuların hiç kendi şarkısı yok mu?' Adam yerden göğe kadar haklıydı! İşte bundan esinlendik.
Bir Rum mahallesiydi. Sadece iki Müslüman ev vardı. Biri bizimki. 6-7 Eylül olaylarını orada yaşadım. O gün kalabalık bir grup mahalleye sopalarla saldırmaya gelmişti. Elime Türk bayrağı alıp “Hata yapıyorsunuz, burası Türk mahallesi” diye önlerine dikildim, ikna edip püskürttüm.
Birikim dergâhının ikiz şeyhleri Murat Belge ile Ömer Laçiner idi. Bundan daha farklı iki insan düşünülemez. Biri aristokrat, kolejli, edebiyat doçenti. Joyce ve Faulkner çevirmiş, TİP’te siyasete atılmış. Alaycı bir nezaket maskesinin ardında daima mesafeli. Diğeri Sivaslı esnaf çocuğu, askeri okulda okumuş, dil bilmez, TC sınırları dışına – henüz – çıkmamış, filtresiz Birinci sigarası ve çayla yaşar. Mahir Çayan’ın THKP-C’de sağ kolu imiş. Ben derhal Ömer’e ısındım. Bana sanki daha gerçekmiş gibi geldi. O hengâmeye kapılmamızın sebebi zaten bir tür “gerçeklik” arayışı değil midir?
Sene sanırsam 90'ların başı... Beşiktaş'ta ilk 11 oynamaya başlamışım. O zamanlar 17-18 yaşlarındayım, liseye gidiyorum. Dedim ki yönetime, bana bir araba verin de hiç değilse antrenmanlara filan gidip geleyim. Dediler ki, o zamanlar kulüplerin piyangoları vardı, ordan bir Tempra kalmış, bunu verin dedim, "Hafta sonu Bursa'ya gol at verelim" dediler. O maçın hazırlıklarında da aksilik bu ya sakatlandım. Ama bir gayret hazırlandım, ilk 11 çıktım maça. İğneyle falan sakat sakat çıktım. 60'larda falan bir korner oldu. Ben de ceza yayının oralarda falan salağa yatmış bekliyorum. Hani bir pozisyon olur da belki arabayı alırız diye. Korner kullanıldı, Fethi'ydi galiba kafayla uzaklaştırdı, top bana geldi. Sol ayağımın üstüyle, yağmur falan da vardı, zeminle birlikte, gelişine, Yaradan'a sığınıp bir koydum... Topu hiç kimse görmedi diyorum sana!
Bir Cumartesi günü Ulus'a uğradım. Örsan Öymen masasının üzerine benim onlarca karikatürümü koymuş, onlara baka baka müsvedde kâğıtlarına bir şeyler çiziyordu. 'Ne o, bizim meslek elden gidiyor mu?' dedim. Örsan her zamanki kahkahasını atarak, 'Ne haddime abi... Tahkikat komisyonu gazeteye bir yazı göndererek karikatürleri kimin çizdiğini sordu. Ben de benim adımı verin, Semih Abi'nin çizdiğini bilirlerse askerliğini yakabilirler, dedim. Bunları neden çizdiğime gelince... Belki komisyonda bir şey çizdirebilirler diye elimi alıştırıyorum. Muhasebedeki bütün fişlerini de değiştirdim, kendi adımı yazdırıp imzamı attım. Bu hafta sayfaya ne çizmemi istiyorsun, sen yorulma artık, söyle yeter' dedi.
Aslında ilk çağdan çok, blu çağı beni ilgilendirendi. Lisede rehine dönemi geçirdim. İlk sigarayla merhabalaşmamda kendimi kabile reisi sanmıştım. Arkadaşım bir canavarmış, maalesef çok geç anladım. Çakmak onun ellerindeydi.
Benim gençliğimde herkeste Amerika'ya gitmek gibi çok yoğun bir istek vardı. Bu yüzden liman cüzdanı çıkarttım ve gemici oldum. Hiç unutmam, bir Panama şilebinde çalıştım. Gemide kimsenin canı sıkılmazdı. Onlara fıkralar anlatır, taklitler yapardım. Herkes çok gülerdi. Sonra askere gittim, orada da arkadaşlarımı çok güldürürdüm. Giderek insanların yüzünü güldürmek bende tutku oldu. Sonra da tiyatro başladı zaten.
Gurbetten Hacc’a gidişlerimin birinde Medine’de mücâvir olarak yaşayan Hüseyin Avni Bey adında idealist bir gençle tanıştım. O kesif bir faaliyet içinde idi. Teknik bir düzen kurmuş Fethullah Gülen’in kasetlerini çoğaltıyor ve bunlar Türk hacılarına pazarlanıyordu. O’nun evinde bu kasetlerden bazılarını dinlemek fırsatım oldu. Bunlar güzel hissi vaazlardı. Fethullah Gülen’e muhabbetim daha da arttı. Bu arada Zaman Gazetesi’nde çalışan Fehmi Koru, Almanya’ya gelmiş ve benimle Zaman Gazetesi için geniş bir röportaj yapmıştı. Bu röportajın Zaman Gazetesi’nde hakkımdaki hâhişkâr iltifatlarla tam sayfa hâlinde yayınlanması da bu cemaatle aramdaki sıcak alâkanın bir tezâhürü idi. Daha sonra orada başka medihkâr yazı ve haberler de yayınlandı. Aradan beş-altı aylık bir zaman geçtikten sonra Fethullah Gülen Almanya’ya geldi. Etrafında kalabalık bir grup olduğu hâlde, beni Limburg’daki sucuk fabrikamda ziyaret etti. Etrafında yirmi-otuz kişi vardı. Beni iltifatlara garketti. Sebil Dergimizden çok şey öğrendiği beyanına ilâveten: “- Siz ülkemizin en yiğit insanısınız” tarzında iltifatlarda bulundu. Tabiatıyla ben de bu iltifatlara bir takım nezâket cümleleriyle mukabele ettim.
Manchester United'da oynarken bir maç öncesinde otelde çok susamıştım. Mini barı açtım ve bir meyve suyu aldım. Ay sonunda maaşım yattığında eksik olduğunu gördüm. Yönetime sorduğumda meyve suyunun ücretinin maaşımdan kesildiğini söylediler.
Mahallede biriyle kavga ettiğimde annem benim için değil öteki çocuk için endişelenirdi.
Hitler'i ilk kez şubat başlarında Berlin Otomobil Sergisi'nin açılışında gördüm ve dinledim. Bir şansölyenin bizzat bir sergiyi açması sıradan bir olay değildi. Üstelik onun söyledikleri de böyle durumlarda bakanların ve şansölyenin alışılmış söylevlerinden farklıydı. Otomobillerden alınmakta olan vergilerin kaldırıldığını ilan ediyor ve yapılacak yeni ulusal yollardan ve kitle halinde yapılacak ucuz bir Halk Arabası olan Volkswagen otomobillerinden söz ediyordu.
Ah... Yermük günü... İnsan kanlarının vadide sel gibi aktığı Yermük!... Şiddetli bir kırağının olduğu gece, gökten boşanan yağmura karşı kalkanımın altında gecelediğimi unutamıyorum. O gece Muhacirlerden kurulu akıncı birliğinde baskın yapmak için sabahı zor etmiştik. Ah... Yermük harbi... Üç bin yiğitle, yüzbin küffara karşı zafer kazandığımız Mûte’yi bile unutturdun!..
Uğur beni ne kadar işletmişse ben de onu o kadar işletmişimdir. Yalnız, Uğur’un bir yöntemi vardı; o da başkalarına açtırırdı telefonu. Dolayısıyla numarasına biz de doğal olarak düşerdik. Ama gerçekten çok işletmiştir. Uğur ayda bir kez demiş ama belki daha da fazladır beni işlettiği. Ama o kendi adamlarına arattırıp beni işlettiği için maça 2-0 önde başlardı. İstediği zaman beni hala işletebilir. Beni işletmesi işe bağlı değil.
'S...tir lan' demişimdir, Kurthan (Kurthan Fişek) benim çok yakın arkadaşım. Ne var ki bunda?
Kemal Sunal günümüzün Nasrettin Hoca'sıdır. Çok zeki bir sanatçıydı. Onunla beraber olmak, konuşup şakalaşmak çok hoşuma giderdi. Bir gün Hilton'un lobisinde oturuyoruz. Gözü bir yere takıldı. Baktım. Altmış yıllık müzik birikimimizin üzerine çökmüş, Lübnan'dan, Arap'tan yürüttüğü şarkılarla bir anda çok meşhur olmuş bir arabeskçiydi. Asansöre bindi. Yukarı çıktı. Kemal Sunal "Bu herif gibiler" dedi, ancak asansörle yükselir.
Ben ömür boyunca bir daha topa öyle vuramayacağım. Garanti! Çünkü top öyle bir gitti ki, adeta roket gibi gitti. Çim sahadan yüksekliği bir metre bile yoktu. Roket gibi gitti.
Oraya vardığımda çok neşelenmiştim, benim bilgilerimi yazan gardiyan bana dinimi sordu ve ben onu 'Agnostik' olarak yanıtladım. Nasıl hecelendiğini sordu ve bir iç çekerek 'Evet, pek çok din var ama öyle sanıyorum ki hepsi de aynı Tanrı’ya tapıyorlar.' dedi. Bu başımdan geçen olay beni bir hafta boyunca neşeli tuttu.
Hakim: Ne yapmak için çıktınız sokağa? Boran: 1 Mayıs’ı kutlamak için. Hakim: Nerede kutlayacaktınız? Boran: Daha önce de söylediğim gibi Taksim’de. Hakim: Taksim’e mi gidecektiniz? Boran: Evet, Taksim’e gidecektik. Hakim: Yol uzak, o kadar yolu nasıl gidecektiniz? Boran: Dinlene dinlene gidecektik.
Yakup Ağa kafir kızlarından güzellikte emsalsiz bir dilberi beğenip, nikah edip helalliğine aldı. Zevcesi ile bir nice zaman dirlik içerisinde yaşadı. Dört oğulları oldu. Adlarını İshak, Oruç, Hızır ve İlyas kodu. İşte bu Yakup Ağa benim babam olup oğullarının üçüncüsü idim.