#roman

Sinema filmi söz konusu olduğunda bir kere akan sular durur. Hep isterim bunu. Ama şu olmadı, oturup yeni bir proje de tasarlamaya vaktim olmadı. Sürekli meşgul olduğum bir iş bitmeden yenisi gündeme geldi. Böylece ya dizi ya da sinema filmi her zaman meşgalem olmuştur. Daha çok sipariş işler, ısmarlama işler yapmış oldum böylece. Birkaç tane senaryom var çekilmemiş. Kendi isteğimle kaleme aldığım. Yapımcıların ısmarladığı işler yaptım evet ama kendi isteğim hep roman yazmak oldu.

Gerek hikâye ettiğim vak'a, gerek tasvir ettiğim eşhas tamamıyla muhayyeldirler. Eğer bunlar bazı kimselere hakikatte vaki ve mevcut gibi görünüyorlarsa, bunu bir romancı sıfatıyla kendim için bir muvaffakiyet telakki ederim. Zira herhangi bir romancının ilk endişesi yarattığı tiplere kuvvetli bir hakikat çeşnisi verebilmektir.

Şimdi ise benim için roman, öykü bir amaç. Dil ise o amacın yuva kurduğu uzam. Romanı dilin hizmetine vermektense, dili romanın hizmetine vermek üzere bir yol tuttum son zamanlarda. Çünkü dilin baskınlığı bütünü gölgeleyebiliyor. Dil taşkınlığı diye bir şey de var. Bazı okumalarda gördüm bunu. Ama asla dilimi evcilleştirmem, sözcüklerle ilişki biçimimden vazgeçmem. Dilimi sınırlarsam görüş alanımı da küçültmüş olurum. Bence yazarın gücü kendi dil evreninde saklı. Dil daralırsa, yaratıcılık da daralır.

Ben ilk önce romanı Fransa'nın on dokuzuncu asır realistlerinden meşmettim. Teknik olarak Maupassant, bana ustası Flaubert'den daha usta görünmüştü. Fakat bu benim çıraklık hatta edebî çocukluk devrelerimin kanaatidir. 'Güzel Dost' müellifinde muasır bir tefekkürün kaliteleri noksan olduğunu sonradan fark ettim. Buna rağmen yalnız Fransa'da değil, bütün Avrupa'da ve Amerika'da hikâye ve roman bünyesi itibariyle bu Fransız muharririne çok şey borçludur. Bunu itiraf eden pek büyük Avrupa romancılarına tesadüf ettim.

“...Dikkate ettiğim noktalar vardır. Adına kadar, kişi adı, yer adı, romanın adı; hepsi inceden inceye düşünülmüş olmalı derim. Hiçbir sorun çözümünü rastlantıya, gelişigüzelliğe bırakmak istemem... bir romanım ötekine benzemesin isterim. O yüzden kılı kırka yararım... Her ayrıntıyı çağrışımla, her çözüm konuşup görüşmeyle gelmez. Aylar süren okumalar gerekir. Köygöçüren için uzun uzun, yer altı suları, Orta Anadolu iklimi, sondajcılık, sulu ve kuru tarım konularını inceledim, pek çok rapor okudum. Amerikan sargısı ve Kaplumbağalar için üst üste gezler yaptım. Yayla için Tarih Kurumuna, müzelere gidip geldim, arkeoloji çalıştım. Hastanelerde gözlem yaptım. Dağlarda, yaylalarda yaşadım. Uzaycılık üstüne kitaplar okudum. Bunlarsız olabileceğini sanmıyorum...”

Akan ve akmakta olan yaşamı, bilinçaltından ve bilinçten geçirip dışa vurma işidir roman. Hem bireysel, hem toplumsal boyutları olan bir yazı türü. Bir imbikleme... pembe beyaz yapraklardan gül suyu ve gül yağı çıkarmak gibi.

Yaşam, bilinçten bilinçaltına iner. Orada mayalanır, dinlenir, değişir. Etkisi derin, yankısı geniş toplumsal olayların 8-10 yıl geriden gelerek romanlaşması bu yüzdendir. Bilinçaltı birikiminin değişerek bir biçim bulması, bir sanatsal anlatım biçimine erişmesi şipşak olmaz. Hatta sadece bir fışkırma da sayılmaz, “birdenbire”lik yoktur onda.

Liste
Yükleniyor…