#mezbaha

Nazi toplama kamplarında kullanılan endüstriyel öldürme biçimlerinin ABD mezbahalarında 19. yüzyılın sonlarında kullanılan tekniklerden model alındığını söylemek gerek. Yahudi soykırımı kurbanları hayvanların mezbahaya götürüldüğü aynı tren raylarında taşındılar, insanlar tavuk çiftliklerindeki tavuklar gibi bir araya tıkıştırıldılar, ve Auschwitz gibi öldürme alanlarının kendi mezbahaları vardı. Hayvanların topyekûn nesneleştirilmesi ve masum canların mekanize bir biçimde öldürülmeleri insanlar için kitlesel öldürmelere yönelik bürokratik yönetimlerin ve teknolojilerin kolayca kendilerine de uygulanabileceği konusunda yapılmış bir uyarı anlamına gelmeliydi. Bu yüzden Theodor Adorno dokunaklı bir biçimde şu sözleri söylemişti: “Auschwitz bir insan bir mezbahaya bakıp da 'ama onlar hayvan' diye düşündüğü zaman başlar”.

Sistem maksimum hız ve maksimum yeterlik peşindedir, burada amaç hayvanlara, işçilere ya da halkın sağlığına önem vermek değil, kazanç elde etmektir. Mezbahalardaki hayvanlar bilinçleri yerindeyken zincire asılır, burun ya da anüslerinden kancalara takılır, yukarı kaldırılır, kanı akıtılır, parçalara ayrılır, derileri sökülür, kaynar suya atılırlar. Hayvanlar ölmeden önce mezbahanın içinde yarım millik bir yol gider, on dakikalık elektriktro şok verilir, dövülür ve nihayetinde tamamen ölmeden de adım adım parçalara ayrılırlar.

Cehennemi hayal edin: acı çığlıklar, kan nehirleri, iç organlar ve kan, parçalanmış vücut kısımları ve hala canlıyken hisleri taşlaşmış sadistler tarafından kesilip parçalanan canlılar. Mezbahaların dünyasına hoş geldiniz; ama uyaralım: her şey hayal ettiğinizden çok daha kötü.

Kesim zincirindeki her insanın bir hedef olacağından endişelenmesi gerekir. Köleleştirilmiş ve mahvolmuş yaratıkları hayvan sömürü işletmelerinin yönetim kurullarında besleyen ahlaksız ellerden: fabrika çiftlikleri, yem yuvaları, mezbahalar, paketleme fabrikaları.

Her gün yoğun bir kalple uyanıyorum. Uyurken elli milyon hayvan öldürüldü. Duş yaparken bir iki milyon daha kölelik doğdu. Ben giyerken bir milyon, kahvaltıda iki milyon. Bu kelimeleri yazarken 500.000 dehşet ölüyor, hatlarını ölmek için bekliyorlar. Milyonlarca kesim mezbahalara daha fazla dayanıyor. Masum yaratıklar, ölümden korkan, boğazlarını kesmek için beklemek. Her saat altı milyon ölür. günde 24 saat. Her gün.

Biz, kan göllerinin ve bir dizi keskin kancaların bulunduğu kesimevlerinde, üstü başı kanla kaplı, korkunç bıçaklarla silahlanmış adamlar tarafından asılan ölü hayvan bedenlerinin olduğu yerlerden geçerken yaşayacağımız o berbat anı kısaltmayı, bunu yaşamak zorunda olmayacağımız zamanların gelmesini amaçlıyoruz.

Masum canlıların kitlesel olarak öldürülmesine 1945’te son verilmedi ki; sadece hayvanların “sonsuza dek” sömürülmesi ve katledilmesine doğru bir rota değişikliği yaşandı; bu da insan baskısı ve şiddetinin bir modeli ve itici gücü olmaya yaradı. Mezbahalar olduğu sürece Treblinka ve Auschwitz daima var olacak. Yahudi Alman düşünür Theodor Adorno’nun söylediği gibi, “ Auschwitz, birisi bir mezbahaya bakıp, “ama onlar hayvan” diye düşündüğünde başlar”.

İkinci öğretimler ile birlikte, kırk civarında öğrenci, kapalı kamyon kasasına bindik, araç hayvan taşınan bir kamyon gibiydi, mezbahanın yolunu tuttuk. Mezbahaya gittiğimizde, kesime sevk edilmiş bir inek vardı. Mezbahadayken ineğin “sahibi” ile konuştum. Adam, ineğin on sene süt verdiğini, “randımanı” düştüğü için de ineği kestirdiğini anlattı. Bu ilk mezbaha ziyaretimin, tanıklığımın hemen ardından bir daha da et yiyemedim.

(...) Ve mezbahalar. Her bir saniye para demek. Bu yüzden bir hayvanı kesmeden evvel bayıltmak kanuni olsa da, ortada bayıltıcı bir alet yoksa, ki çoğu zaman böyle oluyor, elektrik veriliyor hayvanlara ve canlı canlı kesiliyorlar. Bu defalarca ve defalarca gösterildi. Ama benim söylemek istediğim şu: Eğer insanlara bunları anlatırsanız pek çok kişi “Lütfen bana bunları anlatma, ben çok hassasım ve hayvanları seviyorum” diyor. Ben de şöyle düşünüyorum o zaman: “Ama bunun kimseye bir faydası yok".

Liste
Yükleniyor…