#kölelik

Evcilleştirilmiş hayvanlar ne zaman yemek yiyecekleri, su içecekleri ya da bunları yapıp yapamayacakları, nerede ve ne zaman dinlenecekleri, ne zaman uyuyacakları, egzersiz yapıp yapamayacakları konularında bize bağımlıdırlar. Sıra dışı örnekler haricinde genelde kısa bir süre sonra toplumun bağımsız ve işler birer üyesi olacak olan insan çocuklardan farklı olarak evcil hayvanlar hiçbir zaman ne insan harici dünyanın ne de insan dünyasının tamamen bir parçasıdırlar. Her zaman kırılgan bir arafta yaşarlar ve kendileriyle ilgili her şeyde bize bağımlıdırlar. Onların itaatkar ve köle olacakları şekilde üremelerini sağladık, onlar için zararlı olan ama bizim hoşumuza giden özellikler edinmelerine sebep olduk. Onları bir şekilde mutlu edebiliriz, ama ilişkimiz asla ‘doğal’ ya da ‘normal’ olmayacaktır. Onlar bizim dünyamızdaki sıkışıklıklarına ait değil, onlara ne şekilde davranırsak davranalım.

Hayvanların mülk statüsü, kölelere sahiplerinin, kadınlara eşlerinin ya da babalarının malı olarak muamele edilmesinden hiç de farklı değil. Hissetme yetisine sahip varlıkların köle ya da mal statüsüne indirgendiği hiçbir durumda, “sahip”leriyle aralarında çıkan çıkar çatışmasında kazanan taraf onlar olmayacaktır. Köle sahiplerinin kölelerini nedensiz yere öldürmesini yasaklayan kanun hiçbir zaman uygulanmadı, çünkü mahkemeler kendi “mal”ına kasten zarar veren bir kişinin geçici delilik yaşadığına karar veriyordu. “Parmak hesabı” ifadesi, erkeklerin eşlerini başparmaklarını geçecek kalınlıkta bir sopayla dövmesini yasaklayan bir kanuna dayanır. Bu, kocalarının malı olarak görülen ama ahlakî muameleyi de hak ettikleri düşünülen kadınları korumak amacıyla tasarlanmış “refah temelli” bir yasaydı.

ABD'de insan köleliğini meşrulaştırmak üzere öne sunulan gerekçelerden biri, kölelik kurumu olmasa kölelerin çoğunun var olmayacağıydı. ABD'ye getirilen ilk köleler çocuk doğurmaya zorlanmış ve çocukları da mal olarak kabul edilmişti. Böyle bir sav bugün bize saçma gelse de, -ister insan ister hayvan olsun- bir mülkiyet kurumunun meşru olduğunu varsayıp, sonra da bir mala mal muamelesi etmenin doğru olup olmadığını soramayız. Bu sorunun yanıtı başından bellidir. Öncelikle, hayvan (ya da insan) mülkiyeti kurumunun ahlaken meşru olup olmadığını sormamız gerekir.

Kendi ayağına takılan pranganın zincirlerinin kısaltılmasına, özgürlüklerinin kısıtlanmasına sevinen, bunu kutlayan bir toplumun ruhu köleleştirilmiştir. Öyle bir topluma özgürlüğünü verseniz de, o gönüllü köle kalmayı tercih eder, çünkü köleliğini içselleştirmiş, ayaklarında zincirler olmadan, birileri kendisini çekip götürmeden yürümeyi bilmemektedir. Gönüllü köle, iki kere köledir. En kötüsü ayağındaki, beynindeki ve boynundaki hegemonik zincirlerinin şakırtısından mutlu olup, üstelik bununla gurur duyanların çoğunlukta olduğu bir dünyada yaşamaktır.

Liste
Yükleniyor…