#değişim

Köylüler iki türlüdür; pazara yakın olanlar, çabuk pazarın dilini ve ahlakını kabullenirler, biliyoruz. Dağ köyleri var, bunlar ise değişmezin gardiyanlarıdır; bizde Türkmenler ve Kürtler’de dağ Kürtlerini gösterebiliriz. Aydınlar iki türlüdür; köksüzler ve bunlar dışarıdaki her rüzgârı içlerine alır ve Konya dervişleri örneği dönerler. Bir de dönmez aydınlar var; bunlar dağ Türkmenleri’nin gelenekte yaptığını, akıl planında üstleniyorlar ve yabancı rüzgârlardan nefret ediyorlar. Şimdi son mevzi bunlardır.

Hiç kimse yeni giysiden bir parça yırtıp eski giysiyi yamamaz. Yoksa hem yeni giysi yırtılır, hem de o giysiden koparılan yama eskisine uymaz. Hiç kimse yeni şarabı eski tulumlara doldurmaz. Yoksa yeni şarap tulumları patlatır; hem şarap dökülür, hem de tulumlar mahvolur. Yeni şarabı yeni tulumlara doldurmak gerek. Üstelik hiç kimse eski şarabı içtikten sonra yenisini istemez. ‘Eskisi güzel’ der.

Yegâne hakikatin değişme olduğu fikrinden kalkarak hareket edenler günümüzün iri kıyım Türklerinin yaptığı gibi paçasını dünya sisteminin döndürdüğü çarklara kaptırıyor ve hayatını birkaç milyar doların sınırları içine fütûrsuzca tıkıştırabiliyor. Bir sonraki aşamada kendimizi iri kıyım Türklerin gâvur parasıyla kaça gittiklerinin ve ufak tefek Türkleri kaça pazarladıklarının keşfine hasretmek mecburiyeti altında hissediyoruz.

Kimseye ağzının payının verilemediği bir ülkede yaşıyoruz. Uzun yıllar boyunca, en azından son kırk yıldır "yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor" düşüncesi zihnimizi meşgul etti. Bir gün ev sahibinin hırsızı ağzının payını vereceğini ümid ediyorduk. Sosyal değişimin hakkaniyet konusunda bir duyarlık geliştireceği bize mantıklı görünüyordu. Diliyor ve özlüyorduk ki Türk toplumunun meşruiyet alanı inkâr edilemeyecek derecede açıklıkla benimsenebilecek. Fakat böyle olmadı. Son birkaç yılda Türkiye'yi evi sayanların kimler olduğu ve bu evin ahalisinin kimlerden teşekkül ettiği soruları eskisinden daha muğlak hale geldi. Kimse kimseye ağzının payını veremedi.

Tarih alanında düşülen yanlış ve yanılgının ince bir nedeni var: Çağlar değişir ve günler geçip giderken, toplumların, kuşakların durumlarının da sürekli olarak değiştiğinin gözden kaçırılması. (...) Evrenin ve toplumların durumları, ilişkileri, gidişleri tek bir süreç ("vetîre") üzerinde sürmez ve değişmeyen bir çizgide kalmaz. Günler, zamanlar geçer, oluşan değişmeler ve durumdan duruma geçişler bütünüdür her şey. Bu değişmeler ve geçişler, kişilerde, sürelerde, kent ve kasabalarda olduğu gibi, tüm evrende, ülkelerde, kıtalarda, zamanlarda ve devletlerde de olur.

Benim en çok inandığım şey, insanın bir şeyleri kendisinin değiştirebileceği, kendi gücü… Hep çok kocaman şeylerin bir anda oluvermesini bekliyoruz. Küçük küçük parçaların bir bütünü oluşturduğunu sürekli unutuyoruz. O küçük parçaları; içindeki iyilik duygusunu, sevgiyi, tutkuyu kaybetmeden yaşayan ve yaşatan her insan daha büyük bir şeylerin oluşumunu etkiliyor, geliştiriyor.

Liste
Yükleniyor…