#algı

Dilini bilmediğim ülkelerin radyolarını dinliyorum. Müzikler bazen iyi oluyor, bazen çok iyi, bazen boktan. Başka bir yedeymişim gibi, ama neredeymişim gibi. Aralardaki konuşmaları seviyorum, hiçbir şey anlamamayı ama anlar gibi olmayı... Üç dakika geçiyor, gerçekten benim kafamda anlaşılmış bir metin oluyor, sanki. Muhtemelen gerçeğinden uzak, ama çok uzak da değil.

Eğer ölü bir insanın içinden dışarı baksaydın yine de görebilirdin, ama göz kaslarını çalıştıramadığın için odaklayamazdın. Başını veya göz kürelerini çeviremezdin. Bütün yapabileceğin, görüş alanından bir şey geçene kadar beklemek olurdu. Donup kalırdın. Devamlı beklerdin. Berbat bir sahne olurdu.

Aynı kişi olmanı bekliyorlar: Aynı düşman. Aynı sevgili. Aynı çocuk. Aynı yazar. Aynı esnaf. Aynı isyancı. Aynı çizer. Aynı arkadaş. Aynı amatör. Aynı tanıdık. Aynı yabancı... Seni "öyle" tanımış olanlar, seni hep "öyle" görmek istiyor: Hâlbuki eski düşmanların bile en temel stratejik hatasıdır "seni hâlâ o kişi sanmaları".

İnsanlığın karşısındaki ciddi tehlikeler konusunda hemfikirdiler, ancak tepki vermek için farklı yollar seçtiler. Einstein'ın tepkisi Princeton'da oldukça rahat bir yaşam sürüp kendisini çok sevdiği araştırmalarına adamak ve ara sıra birkaç dakika ara verip bir kehanette bulunmaktı. Russel'ın tepkisiyse gösterilere öncülük edip polisler tarafından götürülmek, güncel sorunlar hakkında geniş kapsamlı yazılar yazmak, savaş suçları mahkemeleri düzenlemek vb. şekillerde oldu. Sonuç? Russel o zaman da şimdi de kötülenip suçlandı, Einstein ise bir aziz olarak yüceltildi. Bu bizi şaşırtmalı mı? Hiç de değil.

Yalnız bir tek hata yapıyorsunuz: Siz içi dış, dışı iç gibi kabul ediyorsunuz. İçinizde olanı dışınızdaymış gibi, dışınızda olanı ise içinizdeymiş gibi algılıyorsunuz. Zihin ve duygular dışsaldırlar, fakat onları yakın ve mahrem iç hayatınız olarak kabul ediyorsunuz. Dünyanın nesnel olduğuna inanıyorsunuz, ama o tümüyle psişenizin bir projeksiyonudur. Temel yanılgı budur...

Liste
Yükleniyor…