XVI. Benedictus

Avrupa coğrafi değil kültürel bir kıtadır. Ona ortak bir kimlik veren kültürüdür. Bu kıtanın oluşmasına yol açan kökenler, Hıristiyanlığın kökenleridir. Bu tarihin basit bir olgusudur. Böylesine yadsınamaz bir olguya karşı direnişlerin ortaya çıkmasını anlamakta zorlanıyorum. Eğer bunun çok uzak bir geçmişe ait kültür olduğunu iddia ediyorsanız, Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası yeniden doğuşunun Schuman, Adenauer, De Gaulle, De Gasperi gibi Hıristiyan köklere sahip insanlar tarafından gerçekleştirildiğini söylemek isterim. Ateist veya Hıristiyan karşıtı totalitarizmlerin yol açtığı yıkımlarla mücadele ettiler. Bu gerçeği gizlemek çok garip ve tehlikelidir.

Karl Marx Hıristiyanlığın adaletsizlik, yoksulluk ve eşitsizlikle baş etme konusunda bin beş yüz yılı olduğunu ama bu zamanın sadece bunu başaramayacağını kanıtladığını söyledi. Buna göre Marx, yeni yöntemler geliştirilmesi gerektiğini savundu ve on yıllar boyu birçokları dayanışma temeline oturtulmuş Marksist sosyalist sistemin yoksulluğu sona erdireceğine ve dünyaya barışı getireceğine inandı. Bugün, Tanrı’yı hiçe sayan politikaların ve böylesi sosyal teorilerin geride nasıl nasıl büyük katliamlar bıraktığını görüyoruz. Hıristiyan inancı etkisinde şekillenen liberal ekonominin dünyanın çeşitli bölgelerinde başarıya ulaştığı inkar edilemez ama Afrika gibi güç bloklarının ekonomik çıkarları için savaştığı yerlerde sonuç daha üzücü olmuştur. Böyle durumlarda eski sosyal yapılar ve ahlaki değerler yok edilmiş, sonucunda da kulaklarımızdan silinmeyen acılı bağırışlar kalmıştır. Hayır, Tanrı olmadan hiçbir şey iyi gidemez.

Bulaşıcı hastalık problemini çözmek için prezervatif kullanımını artırmaya çalışmak sadece teknik açıdan yetersiz değil, aynı zamanda ve her şeyin üstünde ahlaki açıdan kabul edilemez. Güvenli seks önerisi hem problemin özünden uzaklaşıyor hem de insanların ahlaki temelini çökertiyor.

Bazı durumlarda kişilerin cinsel tercihini göz önünde bulundurmak haklı bir ayrımcılıktır. Örneğin evlat edinme, koruyucu aile olma, öğretmenlik ya da koçluk yapma ve askerlik... Ayrımcılık yapmanın yasalara aykırı olduğu düşüncesi, otomatik olarak homoseksüellerin yasalarla korunduğu anlamına gelir.

Mason örgütlenmeleri konusunda Kilise’nin olumsuz yargısı değişmemiştir. Çünkü onların prensipleri kilise doktriniyle uyuşmamaktadır. Bu örgütlere üye olmak kilise tarafından yasaklanmıştır. Mason teşkilatlarına üye Hıristiyanlar günah işlemektedir ve komünyon yaptıramazlar.

Son on yıllarda ne kadar çok ideolojik akım, doktrin ve moda olan düşünce gördük. Hıristiyanların küçük sandalı bu akımlarla sık sık sarsıldı: Marksizmden, liberalizme, kolektivizmden radikal bireyciliğe, ateizmden bir tür dinsel mistisizme ve kuşkuculuğa kadar. Kilise’ye uygun net bir inanca sahip olmak sık sık köktendincilikle etiketlendi. Ancak tüm bu akımların bir tanesi dönemimize damgasını vuran, onu özetleyebilecek bir tutum olarak ortaya çıktı: Görecelik. Hiçbir şeyi kesin olarak kabul etmeyen, kriter olarak sadece kendi egosunu ve isteklerini kabul eden bir görecelik diktatörlüğü kuruluyor. Oysa bizim başka bir ölçümüz var: Tanrı’nın Oğlu.

Haklar; sadece aşırı serbest değilse, görevlerini yerine getirir. Bir inancın bir dogması değil, insanlığın doğal seyri içinde gelişen bir gerekliliktir. Bu sorumluluğu apar topar üstüne alanlar için çeşitli tehlikeleri vardır.

Liste
Yükleniyor…