Steven Best

Hayvanları ve doğayı sömürmemeleri için şirketleri asla ikna edemeyeceğiz, bu onların “doğa”sına aykırı. Biz bedeli ne olursa olsun bütün hayatları savunmak istiyoruz, onlar da bedeli ne olursa olsun hayatı sömürme biçimlerini korumak istiyorlar. Onların işi, çekilen acıları umursamadan mümkün olduğu kadar çok para kazanmak. Bizim işimiz ise bu yavşakları işsiz bırakmak.

Sürüp giden savaşı, soykırımı ve hayvanlara yönelik tür kırımını durdurmak için, gerektiğinde elimizdeki bütün araçları kullanmalıyız, şiddet içermeyen direniş biçimlerinden sivil itaatsizliğe, ve oradan sabotaja, özgürleştirmelerden silahlı mücadeleye (saldırı altında bulunan masumların ve dünyanın meşru müdafaası ve korunması şeklinde anlaşılmalı) dek bütün araçları kullanmalıyız. Yoksa durmadan büyüyen daha büyük bir şiddete izin vermiş oluruz, ve nihayetinde bu nihilist, barbar, var olan her şeyi yok eden dünya düzeninin anında ve sonsuza dek durdurmak için gerekenleri yapmayıp hoş görülmesi imkânsız olan şeylere hoşgörü gösteren pasifistlerin ellerinde kan lekeleri göreceğiz.

İnsan türü son sürat evrimsel bir çıkmaz sokağa doğru gidiyor. Gezegeni yok ediyoruz ve yaptığımız her şey hayvanları öldürüyor. Ahlâki pusulamızı kaybettik. Etik ve merhamet/şefkat yerine güç ve çıkar terimleriyle düşünüyoruz. Hayata hürmet duygumuz kalmadı, doğayla aramızda bir bağ kurma hissi kalmadı. Tanrı’nın her şeyi bizim için yarattığına inanıyoruz, ona benzer şekilde yaratıldığımıza inanıyoruz. Kendimizi geniş bir biyotoplumun yurttaşları olarak değil, doğanın fatihleri olarak görüyoruz. Ekosistemleri sürdürmede insan olmayan hayat formlarının önemine dair hiçbir fikrimiz yok. Hayvanlara yaptığımız şeyi aslında kendimize yaptığımızı idrak edemiyoruz. Ve bütün bunlar olurken, türümüzün karşı karşıya kaldığı en büyük meydan okumaya rağmen eğlence dünyasının fantezi diyarlarında yaşıyor, film yıldızlarının estetik makyajları ya da cinsel hayatlarıyla ilgileniyoruz. Ben hayvanlara yönelik bir hürmet duygusunu savunarak insanın ahlâki evrimini geliştirdiğimize inanıyorum.

Mümkün olan en sistemik, en bütüncü, en kapsayıcı, en cesur vizyona; hümanizmin yıkıcı yabancılaşma ve patolojisini aşan bir vizyona ihtiyacımız var. Oluşturabileceğimiz en tavizsiz ve artık reformize edilemeyecek olanı devrimle dönüştürebileceğimiz en radikal politika biçimine ihtiyacımız var, yoksa ölmekte olan bir dünyadaki kaos ve şiddet tarafından gömülecek, onun gelgit dalgalarıyla sular altında kalacağız.

Bugün ABD ve Britanya gibi ülkelerde çatışmalara sebep olan esas konular ırk, toplumsal cinsiyet, sınıf, küreselleşme veya savaş değil, hayvanların ve yeryüzünün sömürülmesi. Sınıf mücadelesi dönemi bitti; ana-akım feministler, gey ve lezbiyenler, siyahlar, parçalı kimlik politikalarıyla sisteme zarar vermeyecek biçimde marjinalleşmiş durumdalar; solcular ve postmodernistler de kendi içine kapalı seminer ve konferans ağlarında teori parçalayıp “radikal” olma iddiasındalar. Bu arada, yeni eko-savaşçılar, hayvan esirlere ve yeryüzüne özgürlük talepleriyle karanlık gökyüzünü alevlerle aydınlatıyorlar. Britanya’da bir terör uzmanı, Kuzey İrlanda’yla yaşanan gerilimlerin azalmasından beri hayvan hakları hareketinin ülkedeki en büyük “şiddet” kaynağı olduğunu söylüyor. ABD’de “yurtiçi terörist” gruplar listesinin başında kar maskeli ALF ve ELF üyeleri yer alıyor.

Ahlaksal ilerleme, bir grubun diğer bir grup üzerindeki tahakkümün meşrulaştırmaya çalışan kadim ataerkillik ve kralların ulvi haklarından Sosyal Darwinizm’e ve türcülüğe dek her türden mitin yapıbozumu ve gizlerini ortaya çıkarılması sürecinde meydana gelir. Ahlaksal ilerleme, hiyerarşik vizyonların eşitlikçi vizyonlarla yer değiştirmesi ve buna bağlı olarak daha geniş ve daha kapsamlı etik bir toplum oluşturulması dinamiğiyle gelişir. Siyahları, kadınları ve diğer dezavantajlı grupları ezmek için kullanılan mantıksız ve haksız akıl yürütmeleri idrak ederek, toplum, türcülüğün de bir başka temelsiz baskı ve ayrımcılık örneği olduğunu kavramaya başlıyor.

Şu ana dek hayvan özgürlüğü hareketinde Nat Turner ya da John Brown gibi isimler görmedik; ama ortaya çıkmaları belki de an meselesi, çıktıklarında da eylemlerinin haklı sebebini de beraberinde getirecekler. Ayrıca onlardan önce çabalayanlar da olmuş olacak. Mücadele gospeline göre: adalet yoksa, barış da yok.

Hayvan özgürlüğü derken insan özgürlüğünden söz ettiğimiz gibi söz ediyoruz. Hiç kimse fiziksel nesneleri köleleştiremez, baskı altına alamaz ya da sömüremez; ne de bu nesneler özgür bırakılabilir, kurtarılabilir ya da özgürlüklerine kavuşturulabilir. Bu terimler ancak hissetme yeteneğine sahip organik yaşam formları için söz konusudur- yani zevk ve acı, mutluluk ya da ızdırap tecrübe edebilen canlılar için söz konusudur. İnsanın akıl ya da dil gücünü hayvan hayatının eşsiz niteliklerinden yukarıda tutan tür farklılıklarından ya da taraf tutan girişimlerden ayrı olarak insanlar ve hayvanlar hem zevk almak hem de acı çekebilmek anlamında ortak evrimsel kapasitelere sahiptir, ve bu manada tamamen eşittirler ya da aynıdırlar.

Hayvanların sömürülmesi modern ekonomiler için ne denli önemli olursa olsun, hayvanları esaret altına almak için öne sürülen faydacı mazeretlerin her biri insanların Auschwitz veya Tuskegee’de köleleştirilmesi ya da üzerlerinde deney yapılması için kullanılması için öne sürülen mazeretler kadar geçersizdir. Hak talepleri faydacı inançları alt eder; zaten hakların işlevi, bireyleri başka birisinin keyfine ya da “toplumun iyiliği için” feda edilmesine karşı korumaktır.

Temelde etik, birisinin diğerine acı çektirmemesini ya da diğerinin özgürlüğünü ya da hayat kalitesini böyle yapmayı gerektirecek sebepler var olmadıkça (meşru müdafaa gibi) ortadan kaldırmamasını gerektiriyor. Hayvan duygularının, zekasının ve sosyal hayatının karmaşıklığı üzerine ciltler dolusu bilimsel yazının yanında bir canlının hissetme yeteneğinin olması onun temel haklarının var olması anlamında gerekli ve yeterli bir koşuldur. Böylece, hayvanlar esir edilebildiği gibi özgürleştirilebilir de; gerçekten de hayvanların köleleştirildiği bir yerde insanların onları özgürleştirme gibi bir görevleri bulunuyor. Bu vicdan çağrısına cevap veren hayvan özgürlüğü grupları dünyanın her yerinde yayıldı, bu gruplar esir tutulan hayvanları sömürü sistemlerinden kurtarmak için zulmün maddi ve ekonomik temellerine saldırıp onu işlevsiz hale getirmek yoluyla olduğu kadar hayvanların insanlar için var olan metalar, araçlar, eşyalar olduğu yolundaki o çok eskilere kök salmış mentaliteye de meydan okuyorlar.

Siyah kölelerin İngiliz hükümdarlığına veryansın eden sömürgecilerin ikiyüzlülüğünü kınaması gibi, sufrajelerin ABD’nin demokrasi için 1. Dünya Savaşı sırasında mücadele ederken kendi ülkesindeki nüfusun yarısına haklarını vermemesindeki çelişkileri ifşa etmesi gibi, o halde barışı, adaleti, demokrasiyi ve hakları hedef edinmiş bütün hareketler hayvan özgürlüğü için de mücadele etmediği sürece hem eksik hem de tutarsız hareketler olarak kalacaklar.

Soykırım gibi, insanlar hayvanların başına ne geldiğini öğrenmek istemiyorlar, reddetme hali içerisindeler; yakılmış insanların dumanları arasında işini görmeyen devam eden “İyi Almanlar”ın bir benzerini ahlaki iyilik ve merhamet numarası yapan; ama yiyecek seçimleri hayvanlara yönelik soykırımı devam ettirmeye yarayan önyargılı ikiyüzlülerden başka bir şey olmayan “İyi İnsanlar”da görebiliriz.

Irkçı kafa yapısı deri rengine dayanarak aşağı/üstün hiyerarşisi yaratırken, cinsiyet ayrımcısı mentalite, erkekleri ve kadınları daha yüksek ve daha aşağı varlık sınıflarına ayırır, tür ayrımcısı bakış ise biyolojik süremi insan ve hayvan şeklinde iki zıt gruba ayırarak hayvanları nesneleştirir ve aşağılar. Irkçılığın nefret dolu bir beyaz üstünlükçülüğünden kök salması, cinsiyet ayrımcılığının geri kafalı bir erkek üstünlükçülüğünün ürünü olması gibi, tür ayrımcılığı da şiddet dolu bir insan üstünlükçülüğünün -yani insanların hayvanları istedikleri her türden amaç için kullanma hakkının olduğu sonucunda meydana gelir, daha geniş bakarsak, refahçılığın ahlaki sınırları içinde bu böyledir, ama aslında bunların hepsi resmi Hristiyanlığın ahlaki bavulundan arta kalanlardan başka bir şey değildir.

Onbeşinci yüzyılda Avrupalılar Afrika’yı sömürge haline getirmeye başlayıp İspanya ilk uluslararası köle pazarını kurduğunda, hayvanları sömürmek için kullanılan metaforlar, modeller ve teknolojiler insan kölelere karşı eşdeğer bir zulüm ve güçle kullanıldı. Afrikalıları kendi doğal ortamlarından ve yuvalarından çalmak, acı içerisinde çığlık atan aileleri birbirinden koparmak, kölelerin vücutlarının etrafına zincirler sarmak, onları kıtadan kıtaya daracık bölmelerde çektikleri acıları ya da ihtiyaçlarını göz ardı ederek nakletmek, derilerine onların bir eşya olduğunu gösteren sıcak demirle damga vurmak, onları hizmetçi diye açık artırmada satışa çıkarmak, hizmet ve emekleri için üremeye zorlamak, çıkar elde etmek için hepsini sömürmek, onları nefret ve öfkeyle dövmek ve yığınlar halinde öldürmek… işte siyah kölelere uygulanan bu korkunç olayların hepsi ve daha nicesi öncelikle hayvan sömürüsü aracılığıyla geliştirildi ve mükemmelleştirildi.

İnsancılık bir önyargıdır, gericilik ve yıkıcı bir üstünlük iddiasıdır; olgunlaşmamış, işlevsiz, antika ve bayat bir dogmadır; Akıl kilisesinden çıkma bir çeşit fundamentalizmdir, bir kabile ahlakıdır- birisinin sizin kabilenizden birisini öldürmesi yanlıştır ama diğer kabileye yönelik barbarlık mazur görülür. İnsancılık sahte bir evrenselciliktir, bir Kant şarlatanlığıdır, etiğe yönelik ikiyüzlü bir hiledir, işlevsiz bir insan kimliği ve bizi daha derin bir evrimsel çıkmaz sokağa sürükleyen kozmolojik bir haritadır.

Hiyerarşi on bin yıl kadar önce tarım toplumuyla başladı. Avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik tarımsal pratiklere geçişte insanlar “evcilleştirme” yoluyla hayvanları boyunduruk altına almaya başladılar. Hayvanların evcilleştirilmesinde (bu da genelde zulmü ve zorlamayı gizlemek amacıyla kullanılan bir terimdir) insanlar hayvanları gıda, süt, giysi, taşıma ve toprak sürme amacıyla sömürmeye başladılar. Hayvanların emekleri ve hayatları üzerinde kontrolleri arttıkça insanlar istendik özellikleri elde etmek için hayvan yetiştirmeye başladılar, onları kontrol etmeye başladılar; mesela erkekleri daha uysal yapmak için kısırlaştırdılar. Hayvanları esaret altına almak, üste çıkmak ve kendi mal ve mülklerine dahil etmek için insanlar bölmeler, ipler, kulübeler, zincirler ve demir damgalar gibi çeşitli teknolojiler geliştirdiler.

Liste
Yükleniyor…