Cambridge Üniversitesi’ne girdiğim zaman -Louis bana araştırmalar için para bulmanın tek yolunun akademik kariyere başlamak olduğunu söylemişti- bana o çalışmada bir buçuk yıl boyunca yaptığım her şeyin yanlış olduğu söylendi. Şempanzelere isim vermemem gerekiyormuş, çünkü bu bilimsel değilmiş, onları numaralandırmalıymışım. Onların karakterleri, zekâları ve en önemlisi duyguları hakkında konuşamazmışım, çünkü duygular ve hisler yalnızca insanlara has özelliklermiş. Yani o zamanlar, hayvan davranışlarıyla ilgili olarak çok çok farklı bir anlayış hakimdi. Pek çok bilim insanı hayvanların yalnızca etkiye tepki yığını olduklarını itiraf ediyordu. Hayvanların insanlara benzer davranışlar sergileyebileceğini söylüyorlardı; ancak bu yalnızca bizim kendi yorumumuzdu. Hayvan davranışları üzerine yapılan çalışmalar çok duygusuzdu. Bunu şefkatsiz bir bilim haline sokmak için mücadele ediyorlardı ve üzerinde çalıştığınız hayvanlar için beslediğiniz en ufak bir duygu, tamamıyla yanlış olarak telakki ediliyordu.
- Henüz kategori yok.
-
Arnold Schwarzenegger'dan The Running Man Remake'ine T…08.11.2025
-
Beşiktaş'ta Rafa Silva'nın Geleceği Belirsiz: Saha İçi…08.11.2025
-
Cengiz Ünder'den 8 Milyon Liralık Göz Kamaştıran Evlil…08.11.2025
-
Uzun Süreli Melatonin Kullanımının Kalp Sağlığına Olas…08.11.2025
-
Körfez'in Nefes Kesen Derbisi: Al-İttihad ve Al-Ahli K…08.11.2025
-
Yeşil Vatan Seferberliğiyle Geleceğe Nefes: Sinop ve S…08.11.2025
-
Arteta'dan Sunderland Maçı Öncesi Arsenal Değerlendirm…08.11.2025
-
Beşiktaş'ta Yeni Futbol Komitesi Göreve Başladı: Tammy…08.11.2025
-
Bundesliga'da Büyük Çalkantı: Bayern Serisi Bitti, HSV…08.11.2025
-
Juventus-Torino Derbisi: Serie A'da Zirve Mücadelesi v…08.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
Jane Goodall
Buzağılar… Küçücük buzağılar o derme çatma kafeslerde güç bela yatabiliyorlar. Zorla ayakta durabiliyorlar ve insanlar dana etinin beyaz olmasını istediği için sonlara doğru demirden de mahrum bırakılıyorlar. Öyle ki artık kendi idrarlarını içmek istiyorlar ve içiyorlar da. Sonunda mezbahaya giderken de bacakları kırılıyor çünkü yürüyemiyorlar. Aynı şey domuzlar ve başka hayvanlar için de geçerli. Bu, çok çok zalimce! Muazzam miktarlarda et üreten endüstriyel tarımın, zalim olduğu gerçeğinden kaçamazsınız!
İnsanlar, yiyecekleri nereden geliyor, nasıl yetiştiriliyor ve bunun içinde ne var, bunu gerçekten düşünmüyorlar.
1970'lerin ortalarında Peter Singer’in endüstriyel tarımın korkunç yönlerini anlattığı “Hayvan Özgürleşmesi” adlı kitabını okumuş ve dehşete kapılmıştım. İnsanların hayvanlara, birer makine gibi muamele ettiğine inanmakta güçlük çekmiştim. Daha sonra tabağımdaki ete bakarken düşündüm: “Bu neyi simgeliyor? Korkuyu mu? Acıyı mı? Ölümü mü?” Ve bir daha asla et yemedim.
Buzağılar… Küçücük buzağılar o derme çatma kafeslerde güç bela yatabiliyorlar. Zorla ayakta durabiliyorlar ve insanlar dana etinin beyaz olmasını istediği için sonlara doğru demirden de mahrum bırakılıyorlar. Öyle ki artık kendi idrarlarını içmek istiyorlar ve içiyorlar da. Sonunda mezbahaya giderken de bacakları kırılıyor çünkü yürüyemiyorlar. Aynı şey domuzlar ve başka hayvanlar için de geçerli. Bu, çok çok zalimce! Muazzam miktarlarda et üreten endüstriyel tarımın, zalim olduğu gerçeğinden kaçamazsınız!
(...) Ve mezbahalar. Her bir saniye para demek. Bu yüzden bir hayvanı kesmeden evvel bayıltmak kanuni olsa da, ortada bayıltıcı bir alet yoksa, ki çoğu zaman böyle oluyor, elektrik veriliyor hayvanlara ve canlı canlı kesiliyorlar. Bu defalarca ve defalarca gösterildi. Ama benim söylemek istediğim şu: Eğer insanlara bunları anlatırsanız pek çok kişi “Lütfen bana bunları anlatma, ben çok hassasım ve hayvanları seviyorum” diyor. Ben de şöyle düşünüyorum o zaman: “Ama bunun kimseye bir faydası yok".
İnsanlar, yiyecekleri nereden geliyor, nasıl yetiştiriliyor ve bunun içinde ne var, bunu gerçekten düşünmüyorlar.
1970'lerin ortalarında Peter Singer’in endüstriyel tarımın korkunç yönlerini anlattığı “Hayvan Özgürleşmesi” adlı kitabını okumuş ve dehşete kapılmıştım. İnsanların hayvanlara, birer makine gibi muamele ettiğine inanmakta güçlük çekmiştim. Daha sonra tabağımdaki ete bakarken düşündüm: “Bu neyi simgeliyor? Korkuyu mu? Acıyı mı? Ölümü mü?” Ve bir daha asla et yemedim.
Hayvanları sevdiğini söyleyen binlerce insan, yemek vakti gelince, hayatlarını yaşanılır kılabilecek her şeyden yoksun, korkunç acılara ve mezbaha terörüne maruz kalan canlıların etinin tadını çıkarmaya koyulurlar.