Bunlar aşağı yukarı bütün evcilleştirilmiş insan harici hayvanlar için geçerli. Sürekli olarak bize bağımlılar. Yaşamlarını daima biz kontrol ediyoruz. Onlar gerçek anlamda ‘hayvan köleler’. Biz yüce gönüllü efendiler olabiliriz, ama bundan daha fazlası değiliz. Ve bu doğru değil.
- Henüz kategori yok.
-
Daniel Day-Lewis'in "Anemone" Filmiyle Muhteşem Geri D…08.11.2025
-
Milan, Parma Deplasmanında Kritik Virajda: Allegri'den…08.11.2025
-
Bergen County Yargıcı, İç Zarfı Olmayan Oy Pusulaların…08.11.2025
-
Gönül Dağı Dizisinin Sevilen Oyuncu Kadrosu ve Yeni Ge…08.11.2025
-
Aleyna Solaker'den 'Güller ve Günahlar' Rolü ve Kadın …08.11.2025
-
Altınkılıç, Kenan ve Zayn Sofuoğlu ile Sağlıklı Yaşam …08.11.2025
-
Chelsea ve Wolverhampton Karşı Karşıya: Liam Delap ve …08.11.2025
-
Güller ve Günahlar 5. Bölümde Berrak'ın İntihar Girişi…08.11.2025
-
Monaco-Lens Maçı Öncesi Kadrolar Netleşiyor: Pogba Yok…08.11.2025
-
Espanyol, Villarreal'ı Ağırlıyor: Gerard Moreno Dönüş …08.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
Gary L. Francione
Evcilleştirilmiş hayvanlar ne zaman yemek yiyecekleri, su içecekleri ya da bunları yapıp yapamayacakları, nerede ve ne zaman dinlenecekleri, ne zaman uyuyacakları, egzersiz yapıp yapamayacakları konularında bize bağımlıdırlar. Sıra dışı örnekler haricinde genelde kısa bir süre sonra toplumun bağımsız ve işler birer üyesi olacak olan insan çocuklardan farklı olarak evcil hayvanlar hiçbir zaman ne insan harici dünyanın ne de insan dünyasının tamamen bir parçasıdırlar. Her zaman kırılgan bir arafta yaşarlar ve kendileriyle ilgili her şeyde bize bağımlıdırlar. Onların itaatkar ve köle olacakları şekilde üremelerini sağladık, onlar için zararlı olan ama bizim hoşumuza giden özellikler edinmelerine sebep olduk. Onları bir şekilde mutlu edebiliriz, ama ilişkimiz asla ‘doğal’ ya da ‘normal’ olmayacaktır. Onlar bizim dünyamızdaki sıkışıklıklarına ait değil, onlara ne şekilde davranırsak davranalım.
Ağzınızdan barış ve şiddetsizlik sözleri çıkarken, ağzınıza acı ve ölümün ürünleri giriyorsa, bunun hakkında düşünmeniz gerekir.
Bir dahaki öğününüzde kendinize bir başkasının acı çekmesine ve ölümüne değecek kadar zevk aldığınız bir şey olup olmadığını sorun.
Eğer 1810’da beyaz bir adama siyahların haklarının olup olmaması gerektiğini sorsaydınız büyük ihtimalle size gülerlerdi.
Hayvanların mülk statüsü, kölelere sahiplerinin, kadınlara eşlerinin ya da babalarının malı olarak muamele edilmesinden hiç de farklı değil. Hissetme yetisine sahip varlıkların köle ya da mal statüsüne indirgendiği hiçbir durumda, “sahip”leriyle aralarında çıkan çıkar çatışmasında kazanan taraf onlar olmayacaktır. Köle sahiplerinin kölelerini nedensiz yere öldürmesini yasaklayan kanun hiçbir zaman uygulanmadı, çünkü mahkemeler kendi “mal”ına kasten zarar veren bir kişinin geçici delilik yaşadığına karar veriyordu. “Parmak hesabı” ifadesi, erkeklerin eşlerini başparmaklarını geçecek kalınlıkta bir sopayla dövmesini yasaklayan bir kanuna dayanır. Bu, kocalarının malı olarak görülen ama ahlakî muameleyi de hak ettikleri düşünülen kadınları korumak amacıyla tasarlanmış “refah temelli” bir yasaydı.
Bir hayvana acı çektirip onu öldürmenin en önemsiz çıkarlarımızla gerekçelendirilebileceğini düşünmemizin tek açıklaması, kibrimiz ve ne yazık ki şiddet eğilimimizdir.
Hayvanlar sadece meta olarak görülmeye devam ettikleri sürece, onlara karşı uygulan muamelelerde anlamlı farklılıklar gerçekleşmez.
Sorun “endüstriyel hayvancılık” değil. Problem hayvancılığın tümü; problem hayvan kullanımlarının tümü.
Eğer hayvanlar etik anlamda bir önem taşıyorsa ister “endüstriyel hayvancılıktan” ister “aile çiftliklerinden” gelsinler, ister ölü bedenlerinin üzerinde “mutlu sömürü” logoları damgalanmış olsun onları yemememiz, giymememiz, herhangi bir biçimde kullanmamamız gerekir. Sadece damak zevki ve moda anlayışımız için başka hissedebilir varlıklara herhangi bir düzeyde acı çektirmemiz ya da eziyet etmemiz için hiçbir gerekçe olamaz.
İdeal “aile çiftliği” fikri bir fanteziden ibarettir. Ve hayvanların yaşamları çoğu zaman aynı kesimhanede son bulur. Her durumda, hepsi katledilir.
Yıllar önce hukuk fakültesinden bir arkadaşımın hamster'ını sahiplenmiştim. Bir gece hamster hastalandı, ben de acil hizmet veren bir kliniği aradım. Veteriner, acil ziyaretler için asgari ücretin 50 dolar olduğunu söyledi ve bana 3 dolara 'yenisini' alma imkanım varken neden o hamster için bu kadar masraf yapmak istediğimi sordu. Buna rağmen hamsterı o veterinere götürdüm, ama bu olay, hayvanların ekonomik meta statüsünü net biçimde idrak etmemi sağladı.
ABD'de insan köleliğini meşrulaştırmak üzere öne sunulan gerekçelerden biri, kölelik kurumu olmasa kölelerin çoğunun var olmayacağıydı. ABD'ye getirilen ilk köleler çocuk doğurmaya zorlanmış ve çocukları da mal olarak kabul edilmişti. Böyle bir sav bugün bize saçma gelse de, -ister insan ister hayvan olsun- bir mülkiyet kurumunun meşru olduğunu varsayıp, sonra da bir mala mal muamelesi etmenin doğru olup olmadığını soramayız. Bu sorunun yanıtı başından bellidir. Öncelikle, hayvan (ya da insan) mülkiyeti kurumunun ahlaken meşru olup olmadığını sormamız gerekir.
Bir canlının var olmasından bir şekilde sorumlu olmamız, ona kendi kaynağımız olarak muamele etme hakkını bize vermez. Öyle olsaydı, kendi çocuklarımıza da, kaynağımız olarak muamele etmemiz meşru olurdu. Ne de olsa onlar da bizim eylemlerimiz ve kararlarımız -çocuk doğurma kararlarımız ya da kürtaj yaptırmama kararımız- olmasa dünyaya gelemezlerdi.
Hayvanların hak anlayışını geliştirmemiş olmaları ya da bunu kavrayamacak olmaları önemli değil. İnsanların haklardan yararlanmak için potansiyel olarak bu anlayışı geliştirebilecek olmaları ya da bunu kavramaları gerekmiyor. Örneğin, ileri derecede zeka geriliği olan bir insan bir hakkın ne demek olduğunu kavramayabilir, ama bu, onu en azından kaynak muamalesi görmeme temel hakkından mahrum bırakabilleceğimiz anlamına gelmez.
Bir insanın ya da hayvanın ahlaki statüsünün o hayvan ya da insanı dünyaya getirenler tarafından belirlenemeyeceği gibi, ahlaki bir kavramın uygulanması da onu tasarlayanlar tarafından belirlenemez. Ahlaki haklar sadece onları tasarlayanlar için geçerli olsaydı, insanlığın büyük bir kısmı ahlaki topluluktan dışlanmış olurdu. Bugün anladığımız biçimiyle hak anlayışı, başlangıçta sadece varlıklı, beyaz, erkek toprak sahiplerinin çıkarlarını korumak amacıyla geliştirilmişti; aslında ahlaki kavramların pek çoğu tarihsel olarak ayrıcalıklı erkeklerin çıkarı için geliştirilmişti. Zamanla, eşit gözetilme ilkesi uyarınca benzer durumları benzer şekilde ele almamız gerektiğini kavradık ve hakları (ve diğer ahlaki kavramları) başka insanları da kapsayacak şekilde genişlettik. Eşit gözetilme ilkesi uyarınca bazı insanların başkalarının malı olmasının ahlaki açıdan kabul edilemez olduğuna karar verdik. Eşit gözetilme ilkesini hayvanlara da uygulayacak olursak, kaynak muamelesi görmeme hakkını hayvanlara da tanımamız gerekir.
Veganlığı ciddiye alan kişilerden "Vegan Polis" diye bahsedenler türcüdür. Irk ya da toplumsal cinsiyet eşitliğini tutarlı olarak savunan kişilerden ya da homofobiye sıfır tolerans gösterenlerden asla bu şekilde bahsetmeyiz. Mevzu oldukça basit: Ya türcüsünüzdür ya da değilsinizdir. Eğer türcü değilseniz, vegan olur ve veganlığı ciddiye alırsınız -tıpkı ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ve heteroseksizme karşı çıkarken olduğu gibi.
Hayvan haklarını kabul etmek, his ve duyguları olan hayvanlara eşya veya mülk muamelesi yapmama gibi bir sorumluluğumuz olduğunu kabul etmek demektir. Buradaki ilginç soru ise ineğin kendisine gaddarca davrandığı için çiftçiye dava açıp açmayacağı değil, öncelikle ineğin neden çiftlikte olduğunu sormak olacak.
Vegan olmak şiddetsiz bir yaşam sürmek için gereklidir. Yeterli değildir; çünkü eğer şiddetsizliği kucaklıyorsak, veganlığın ötesine geçip eylemlerimizde, sözlerimizde ve düşüncelerimizdeki tüm şiddeti geride bırakmalıyız. Fakat veganlık kesinlikle gereklidir ve vegan değilseniz, her hayvan yiyişinizde veya giyişinizde şiddeti kutluyorsunuz demektir.
Veganizm; Benim görüşüme göre, hayvan hakları hareketi, özünde, tüm duyarlı varlıklara şiddeti sona erdirmekle ilgili bir harekettir. Herkes için temel adalet arayan bir harekettir. İnsanları insan olmayanlardan ayıran keyfi çizgide durmayan ortaya çıkan bir barış hareketidir.
Kuş olsaydık, Uçma yeteneğini ahlaki açıdan değerli olarak ilan ederdik. Balık olsaydık, sualtı yaşama yeteneğini ahlaki açıdan değerli olarak ilan ederdik. Fakat açıkça kendi kendine ilgilenen bildirilerimizin yanı sıra, insan zekası hakkında ahlaki açıdan değerli bir şey yoktur.
Onları istismar etmenin ahlaksız ve adaletsiz olduğunu tanımak için hayvanları sevmek zorunda değilsiniz. Ama hayvanları seviyorsanız, ancak sömürülerine katılmaya devam ederseniz, sevginin ne anlama geldiğine dair fikrinizi yeniden düşünmeniz gerekir.
Türcilik ahlaki açıdan sakıncalıdır, çünkü ırkçılık, cinsiyetçilik ve heteroseksizm gibi, kişiliği alakasız bir ölçütle ilişkilendirir. Türbilimi reddedenler ırkçılığı, cinsiyetçiliği, heteroseksizmi ve diğer ayrımcılık biçimlerini de reddetmeye kararlıdır.
Vegan olmak "yaşam tarzı meselesi değildir."Bu temel ahlaki yükümlülük meselesidir. Vegan olmak "seçim"meselesi mi? Sadece savunmasız olanı sömürmemek için ahlaki yükümlülüklerimizi görmezden gelmeyi seçebildiğimiz sürece.