Yaratıcı doğa yerini yaratıcı tanrıya bırakır. Ana şefkati olarak anlaşılması gereken doğa, zalim doğa damgasını yer. Artık dilsiz ve zalim doğaya yüklenmek insan kahramanlığı haline gelecektir. Hayvanlar ve bitkilerin her tür dengesiz imhası, toprak, su ve havasının kirletilmesi, sanki insan toplumunun en temel hakkıymış gibi alışkanlık kazanır. Doğal çevre artık ölü, umut vermeyen geçici bir yaşam alanı olarak körleştirilir. Canlı doğanın sınırsız umut kaynağı doğa, artık kör, anlayışsız, kaba madde yığınından başka bir şey değildir.

Benzer Sözler

İnsan canlıların en şereflisiymiş! Yazık değil mi kurbağaya? Ben şahsen en ufak bir şerefsizliğini görmedim! Kimi arkadan hançerlemiş, kime yalan söylemiş, kimi 'rızkın havadan düşecek' diye avutup açlıktan öldürmüş, kimi kölesi kılıp çalıştırmış, kime iftira atıp süründürmüş? Zindan mı kurmuş, 'sürüm sürüm sürünesin' diye beddua mı etmiş, aklın yolunda gideni, coşkun bakanı ipe mi çekmiş, hakkını arayanı boka mı sokmuş? Toros'un ırmaklarında Soros'un düdüğünü mü öttürmüş? Ne yapmış? Yazık değil mi tilkiye? Kurnaz da yani, din mi icat etmiş? Yalancılığı bülbül mü bulmuş, denize zehirli atığı kumrular mı dökmüş? Ozonu kırlangıçlar mı delmiş, toprağı kirpiler mi hormonlamış?

En temel görevimiz artık yerine getirilmiş oldu. Tanrı’nın dünyaüstü, doğaüstü ve insanüstü doğasını, temel öğeleri olan insan doğasının öğelerine indirgedik. Analiz sürecimiz bizi yine başladığımız noktaya getirdi. Dinin başlangıcı, ortası ve sonu İnsandır.

İnsanoğlunun en büyük zaafı, dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanması. Hatta bütün yiyecekleri, hayvanları ve doğayı kendine sunulmuş bir nimet sanıyor. Evren dediğimiz bütün içerisinde, kendisini diğer canlılardan ayrı tutuyor. Çevreyi istediği gibi kullanıyor. Yıkıyor, yok ediyor. Halbuki insanoğlu bu evrende zincirin sadece küçük bir parçası. Bunu reddederek aslında kendisine bir hapishane yaratıyor. İnsanın bu yanılgıdan kurtulması en büyük özgürlük. Tabii bu da tam olarak mümkün olmayabilir ama bu çabanın kendisi de bir özgürlük.

Sorunun kaynağı araştırıldığında, doğaya tehlikeli biçimde ters düşmüş hâkim toplumsal sistem karşımıza çıkmaktadır. Binlerce yıl süren toplum içi çelişkilerin kaynağında doğal çevreyle yabancılaşmanın yattığı; ne kadar iç toplumsal çelişki ve savaşlar gelişmişse o kadar da doğayla ters düşüldüğü gittikçe artan bilimsel bir netlikle ortaya çıkmaktadır. Günümüzün parolası doğaya hâkim olmak, kaynaklarını acımasızca ele geçirmek ve sömürmektir. Doğanın vahşetinden bahsedilir. Bu kesinlikle doğru değildir. Kendi cinsine, türüne karşı vahşileşen insanın doğaya karşı da en tehlikeli vahşi konumuna düştüğü yaşanılan çevre sorunlarından bellidir. Hiçbir tür insan kadar bitki ve hayvan türlerini yok etmemiştir. Mevcut hızla yok etme işini sürdürürse geriye nesli tükenen bir dinozor türüne dönüşmekten kurtulamayacak bir insan sorunuyla karşı karşıya kalırız. Nüfus artış hızı ve hızla gelişen ve kötü kullanılan teknolojisiyle insanın mevcut yıkıcılığı durdurulamazsa, insan yaşamı sürdürülemez bir aşamaya çok da uzun olmayan bir sürede gelip dayanacaktır.

Ortaçağ'da insan, doğayı etkileyemediği ve kontrol edemediği için kendine güvenden yoksundu. Bitkisel bir yaratıktı. Tekelsi düzende ise insan, toplumu etkileyemediği ve kontrol edemediği için kendisine güven duyamıyor. İnsanı insan yapan nehrin akışını değiştirmektir; bunun için çaba ve ortak çaba gerekiyor. Ortak çaba başarıya ulaştığı ölçüde insan yükseliyor.

Liste
Yükleniyor…