Tanzimat sonrası Osmanlı irfanının dikkate layık bir tezadı: Avrupa'nın kültür emperyalizmine cihat açan Osmanlı Sadrazamı yazılarını Fransızca kaleme alırmış.
- Henüz kategori yok.
-
Lando Norris Sao Paulo Sprint'i Domine Etti, Piastri'n…08.11.2025
-
West Ham United, Burnley Karşısında Kritik Maça Çıkıyo…08.11.2025
-
Türk Telekom - Karşıyaka Maçı Öncesi: Yükselişteki Baş…08.11.2025
-
Bundesliga: Union Berlin, Zirvedeki Bayern Münih'in Ye…08.11.2025
-
Amedspor Taraftarından Hatayspor'a Sıcak Karşılama, Gö…08.11.2025
-
LaLiga'da Kritik Randevu: Sevilla ve Osasuna Düşüşü Du…08.11.2025
-
Hull City Zirve Takibinde: Art arda Gelen Galibiyetler…08.11.2025
-
Rochester Adams, Stoney Creek'i Yenerek Bölge Şampiyon…08.11.2025
-
Kompany'nin Rekor Peşindeki Bayern Münih'i Union Berli…08.11.2025
-
Ankara'da Elektrik Kesintileri: Başkent EDAŞ'tan Şebek…08.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
Benzer Sözler
Osmanlı arşivlerine göre 17nci yüzyıla duraklama demek için adamın aklını kaçırmış olması lazım. 17. yüzyıl fırın, kaynıyor, nasıl bir duraklama bu? Onu takip eden 18’inci yüzyıla da layık görülen sıfat gerilemedir. Ama Osmanlı arşivinden bu yüzyılında gerilemeden çok değişme ve gelişme yüzyılı olduğunu anlıyoruz.
Bize Osmanlı propagandası yapıyorlar diyorlar, yıkılmış bir devletin propagandasını yapsak ne olur ki?
Papa eğer Türklerin gücüne sahip olsa, Osmanlıların yaptığından daha fazla kötülük yapar. Türk'ün Papa'dan tek farkı, eline kılıç almasıdır. Papa ve Türk'e savaş birdir, ikisi de aynı günahları işliyor.
Avrupa'nın en ünlü eleştiricileri, yazarlara "Sokaktaki adamdan bahsedin" diyorlar. Türk tiyatrosu -her şeyde olduğu gibi- Avrupa'yı taklit etmekle görevini yaptığı zannediyor.
Bizimkiler asıl kaynağı bizde olan bir tiyatronun türünü gidiyor Avrupalı'dan tekrar öğrenip Türkiye'ye getiriyor. Bu büyük bir cinayettir.
Ne demekmiş gelenekçilik? Osmanlı şartlarına dönmekten başka! Yere bağdaş kurup sinide elle yemek, kadını çuvala tıkmak, kızları satmaktan başka! Bir Erbakan 1909'da asılan Vahdeti’nin istediklerini isteyerek Konya’dan milletvekili seçilmiştir. O da başı takkeli gelenekçi!
Tanzimat'tan beri okullarımıza yabancı dil dersi konmuştur. Fakat öğretim metodu o kadar kötüdür ki okuldan çıkanların yüzde ikisi-üçü ancak biraz faydalanmıştır.
Ne Tanzimat ne Birinci ne de İkinci Meşrutiyet; Osmanlı İmparatorluğu'nu kurtarmanın yolu din ve dünya işlerini ayırmak, Arap medresesi yerine Batı üniversitesi kurmak, akıl hürriyetini sağlamak olduğu üstünde durup onun şartlarını hazırlamamıştır.
1908'den önceki rüştiye ve idadiye okullarından Osmanlı tarihini ilmihal gibi okurduk. Nerede ise padişahlarla peygamberleri birbirine karıştıracaktık. Hükümdarlardan hiçbirinin suçu ve günahı yoktu.
Alafrangaya göre Türk değil, Osmanlı idik. Alaturkaya göre Türk değil, Müslümandık. Biz kendimize ilk defa Türk diyen, soyumuzun da Müslümanlığımızın da varlığını ve şerefini ancak Türk milliyetçiliği ve Batı medeniyetçiliğinde gören bir avuç delikanlı idik.
Bir Osmanlı prensini ilk defa 1910 sularında Fenerbahçe yolunda görmüştüm. Açık körüklü, tekerleği yaldızlı, mavi atlas döşemeli bir fayton içinde; kostümü hemen hemen sarı, kozmetikli bıyıklarının iki ucu dimdik, genççe bir kadın görünce yarı beline kadar dışarı doğru sarkan, arabacısının yanında harem ağası ve peşinde uzun fesli hafiyeleri ile salnamelerde sadece isimlerini okuduğumuz şehzadelerden biri idi. Osmanlı tarihinde kurucu ve savaşçı padişahların destana benzer hikâyelerini ezberliyorduk. Bir Osmanoğlu'nun bu ilk görünüşünü bir türlü hayalime yedirememiştim. Yaşım hayli küçük olmakla beraber, onda bir piyasa züppesinin gülünçlüğünü sezindim.
Sonra nasıl tarih okumuş bu? Osmanlı padişahlığı devri yalancı şahitli, rüşvetçi kadı mahkemeleri ile dolup taşardı. Her mahkemenin kapısı karşısında bir yalancı şahit kahvesi vardı. O devrin şeyhülislamları ve müftüleri değil midir ki İngilizlere kulluk ederek Anadolu'da vatanı kurtarmak için savaşan cihatçıları fetva ile "tekfir" etmişlerdir. Nasıl cumhuriyet memurudur bu ki cumhuriyete karşı padişahlık devrini ileri sürer? Nasıl cumhuriyet memurudur bu ki Anayasa korurluğu altındaki Medeni Kanun'un erkekle eşit kıldığı, açtığı ve her mesleğe serbest bıraktığı Türk kadınına hakaret eder? Nasıl din adamıdır bu ki dini, en kötü politikacılık yolunda "kirletmeye" cesaret eder?
Kıratça Napolyon'un alnındaki bir tutam kâküle bile değmeyen bu şımarık, gerçi 13 sene cihangirlik oyunu oynadı. Hem de çocuklar gibi boyalı tenekelerle değil, sezarlar gibi dipdiri insanlar ve sahici silahlarla oynadı. Seferberlikler onun seçtiği sahnelere sürü sürü Türk taşıdı. Boyalı aktör senelerce iskelet çiğneyerek, mahmuzu ile ölülerin etlerini yırtarak ve çamurlu çizmelerini yüz binlerce köylünün al kanında yıkayarak koca Osmanlı coğrafyasının o ucundan bu ucuna koştu. Osmanlı saltanatının yirmi otuz milyonluk halkı bu kızıl oyunun karşısında zincire vurulmuş bir seyirci hâlinde idi. Gözleri kupkuru, bomboş bakıyordu ve şüphesiz için için diyordu ki: — Allah'ım, biliyorum ki bu canavarı doğuran benim!
Bir padişah ki budalaca kuruntu yüzünden, yirminci yüzyılda, İstanbul'a elektrik sokmaz. Telefon getirtmez. Askere manevra fişeği ile de ateş talimi yaptırmaz. Donanmayı, eğer denize açılırsa toplarını Yıldız'a çevirip vurabilir diye ön köprü ile bağlı Haliç'te çürütür. Bir padişah ki okullarda edebiyat dersi okutmaz. Kuru övme dışında tarih dersi verdirmez. Aşk şiirini, romanını bile yasak eder. Kendi adıdır diye bir sabah uyanıp bütün kısa "a"lı Hamidleri uzun "a"lı Hâmid'e ve veliahtının adıdır diye bütün Reşad adlarını Neşet'e değiştirtir. Otuz üç yıl böyle bir padişahın hükmü altında çöküp giden bu memlekette 1965'te onu "Ulu Hakan" diye ananları deneme tavşanı gibi kullanılmak üzere akıl hastanesine yollamaz da ne yaparsınız?
Kemalizm, her şeyden önce bazılarının 'Batılılaşma' adını verdikleri Tanzimat'la birlikte başlayan uydulaşma ve sömürgeleşme sürecine karşı milliyetçi bir tepkidir... (1969)
Cumhuriyet’in nimetlerinden yararlanmamış, hayranı olduğu Osmanlı devletinde yaşamış olsaydı; Rize’den İstanbul’a göç eden basit, sıradan bir adamın oğlu olan RTE, olsa olsa bir nezarette (zamanın bakanlıklarından birinde) imam kültürlü, sırtında yarım yamalak duran Avrupa giysileriyle sıradan, bir kapıkulu... ...Kasımpaşa’dan Babıâli’ye yaya gidip gelen bir kâtip olabilirdi...
Nihayet medrese ve saray. Efendilerinin her cinayetine eli titremeden fetva veren yıkılış çağlarının uluma-yı rüsumu: Mensuplarını herhangi bir vatandaş gibi askere yollamaz, ezelî zillet içinde, bu zilletin nimeti saydığı bir takım imtiyazları inatçılıkla muhafazaya çalışırdı.
Türkiye’de ‘aydın’ geçinenler ‘Doğu’ya doğru seyreden bir geminin güvertesinde ‘Batı’ yönünde koşturarak ‘Batılılaştıklarını’ sanırlar!
Erdoğan, kendisini Osmanlı'nın yeni sultanı olarak görüyor ve Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki gibi, tüm bölgeyi kontrol edebileceğini düşünüyor. Kendisinin halife olduğunu sanıyor.