Ressamlar, heykelciler, müzikçiler, yazarlar, tiyatro ve sinema sanatçıları, sürdürmek için bazen aralarında şah yapıtların çıktığı oyuncaklar yapıp dururlar kendilerine... Onun için büyümeden yaşlanmanın “sadece kendilerine malûm” hiç bitmeyen bir lunaparkında dolaşırlar.
- Henüz kategori yok.
-
Arnold Schwarzenegger'dan The Running Man Remake'ine T…08.11.2025
-
Beşiktaş'ta Rafa Silva'nın Geleceği Belirsiz: Saha İçi…08.11.2025
-
Cengiz Ünder'den 8 Milyon Liralık Göz Kamaştıran Evlil…08.11.2025
-
Uzun Süreli Melatonin Kullanımının Kalp Sağlığına Olas…08.11.2025
-
Körfez'in Nefes Kesen Derbisi: Al-İttihad ve Al-Ahli K…08.11.2025
-
Yeşil Vatan Seferberliğiyle Geleceğe Nefes: Sinop ve S…08.11.2025
-
Arteta'dan Sunderland Maçı Öncesi Arsenal Değerlendirm…08.11.2025
-
Beşiktaş'ta Yeni Futbol Komitesi Göreve Başladı: Tammy…08.11.2025
-
Bundesliga'da Büyük Çalkantı: Bayern Serisi Bitti, HSV…08.11.2025
-
Juventus-Torino Derbisi: Serie A'da Zirve Mücadelesi v…08.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
Benzer Sözler
Sanatını icra eden her sanatçının belli miktarda cazibesi, albenisi vardır. İnsanlar sanatçıları kafalarında kurarlar, onları belli kalıplara sokarlar ister istemez. O sanatçıya ulaştıklarında belki akıllarındaki kişi yok oluverir ve o kişi yepyeni bir kişi olarak doğuverir.
Ustalığı kabul etmiyorum. Ustalık zanaatta olur, ama sanatta olmaz. Sanatçı bildiğini tekrar eden değil, kendini yeni baştan yaratan ve daima arayandır. Talebe olmayı tercih ederim.
Tchaikovsky, Hemingway, Gaugin ve Zola depresyon yönünden tedavi edilmiş olsalardı, bugün kendilerini tanıtan o eserleri vermemiş olacaklardı.
Sanatçının ifade edeceği bir dünya olması için, o, öncelikle bu dünyada yer almalıdır; baskıcı ya da baskı altında, yılgın ya da isyankar, insanlar arasında bir insan.
Sanatçının sanata en yakın olduğu an, sistemle çatıştığı andır. Sanatçının sanatla özdeşleştiği, sanat olduğu an ise, kendi iç sistemiyle, kendisiyle çatıştığı andır.
Sanatçı ya doğuyor ya da doğmuyordu. Tanrı vergisinden söz edilen sanatçı gerçek sanatçıydı ve “toplumuna borçlu” doğuyordu. Toplumuna borçlu olduğunu inkar eden sanatçı başaramadığından içinden yetiştiği toplumu suçluyordu... “Beni anlamıyorlar” Oysaki “O anlatamıyordu.” İşte tüm bunlar dank etti kafamıza ve toplumumuza borcumuzu ödemeye başladık, elimizden geldiğince... Çevre Tiyatrosu bu koşullar altında oluştu.
Sanat yapıtı ne bir dehanın ne de toplumun ürünüdür. Sanatçı belli bir ortamda gözlerini açar. Tıpkı bir satranç oyuncusu gibi belli bir durumla karşı karşıyadır. Bu durum ondan bir davranış bekler. Her hamle (atılım), yani oynatılan her taş yeni bir durum yaratır, her yeni durum yeni bir davranışı gerektirir. Sanat tarihçisi, satranç oyuncusunu izleyene benzer. Sanatçının karşılaştığı durumu ve onun davranışını baştan sona izler. Sanat yapıtını, sanatçının ortamıyla hesaplaşmasına bakarak anlamaya, onunla iletişim kurmaya çalışır.
Eğer bir sanatçının inançlarını yıkabileceklerini düşünüyorlarsa, inançları çok hassas olmalı.
Bir kültür ancak hayalleri kadar harika ve hayalleri sanatçılar tarafından hayal ediliyor.
Müzik bize hiçbir şey vermedi, bir milyon borçtan gayrı. Ama vereceğine de söz vermemişti ki...
Dünyanın en geri ülkesinde bile telif hakları var bizde yok. Diyorsan ki kültür sanattan bana ne, o zaman böyle bir tablo çıkar işte. Sanatçının haklarını koruyamayan bir ülke kendinden "Büyük" diye bahsedemez.
Sanatın kendi içinden asaleti vardır; işte budur ki sanatçı alışılmış olan korkuyu hissetmez. Bu, gerçekte, ele aldığında zaten sanatçıyı asilleştirmiştir.
Bir sanatçı sanatı hakkında, bir bitki botanik hakkında ne kadar konuşabilirse o kadar konuşabilir.