Resmî tanımlara göre terörizm bir devleti hedef alabilir, ama bir devlet tarafından yürütülemez. ABD’nin terör tanımları toplumsal adalet hareketlerini kapsar, ama ABD’nin kuklası olan devlet yetkililerin saçtığı dehşetten söz etmez: Nikaragua’da Somoza’nın, Şili’de Pinochet’nin, bütün o diktatörlerin ya da sağcı ölüm tugaylarının… ABD’nin Vietnam halkına karşı yürüttüğü kimyasal savaşta verilen kayıplar, Saddam Hüseyin’in (ABD’den aldığı kimyasallara ve silahlara dayanan) terör sicilini kat kat aşar. ABD, sadece Vietnam’da yürüttüğü emperyalist savaşta 4 milyon insanın canını almıştır.

Benzer Sözler

ALF’nin kullandığı fiziksel şiddeti eleştirenler devlet terörizmi, hayvan katliamları ve küresel boyutlardaki çevre kıyımı karşısında sessiz kalıyorlar. Ölüm tehditlerini kınıyorlar; ama ölümü kınamıyorlar. Eylemcilerin sömürücülere fiziksel saldırılarda bulunmasını kınıyorlar; ama eylemcilere zarar verildiğinde kınamıyorlar. ABD zaten şiddet yanlısı nefret gruplarıyla dolup taşmış durumda. Neonazilerden aşırı sağcı Hristiyan gericilere dek hepsinin de şiddet dolu bir geçmişi var. Mesela Oklahoma City’de yüzlerce insanı öldürdüler ama buna rağmen hükümet ülke içerisinde en büyük tehdit olarak ALF’yi gösteriyor. El-Kaide ve teröristler alenen ülkeyi tehdit ederken FBI, kedileri-köpekleri kurtaran eylemcileri yakalamak için milyonlarca doları heba ediyor, yüzlerce ajan tutuyor.

En büyük teröristin ABD'nin politik ve ekonomik güçleri olduğunu söylemek yerindedir. Çünkü insanların başına en bela olan, en tehlikeli oyunu oynayan, dolayısıyla da baskıyı, işkenceyi en amansız uygulayan bu bir avuç borsa teröristidir, politik teröristtir.

Araştırma ve dirikesim laboratuvarını ateşe vermek ise tilkilere anal yoldan elektrik vermekten ya da yarısı ölene dek hayvanların vücuduna kimyasal maddeler dolduran LD 50 testleri uygulamaktan çok daha iğrenç bulunuyor. Bir binanın yok olması, yağmur ormanlarının yok edilmesinden ya da türlerin dünyadan silinip gitmesinden çok daha önemli bulunuyor. Eleştiriler ALF’in şiddete başvurma olasılığı konusunda mızmızlanadursun devlet terörizmi, hayvan soykırımları ve küresel çapta bir çevre yıkımı karşısında sadece sessiz sessiz bekliyorlar. Ölüm tehditlerini kötülüyorlar ama ölümü değil. Aktivistlerin hayvanları sömürenlere uyguladığı baskıyı kınıyorlar ama eşkıyaların aktivistlere şiddet uygulamasını da destekliyorlar.

Bizler karanlık, rahatsız edici zamanlarda yaşıyoruz: savaşlara, soykırıma, terörizme, küresel kapitalizme, sınır tanımayan militarizme, bugüne dek benzeri görülmemiş bir devlet gözetimine ve baskına, sallama bir “terörizme karşı savaş” nidasıyla muhaliflere karşı girişilen saldırılara ve türlerin yok oluşu, yağmur ormanlarının tükenişi ve küresel ısınma gibi çeşitleri olan ekolojik bir krize tanık oluyoruz. Bilim adamları küresel ekolojik krizde, geriye dönülmez bir noktaya varmak üzere olduğumuz konusunda insanları uyarıyor. Çoğu bilim adamı da, buzulları suya ve ormanları da çöllere çeviren katastrofik değişimlerin meydana gelme hızından dolayı ciddi bir şaşkınlık yaşıyor.

Yaklaşık 10.000 yıl önce uygarlık, Dicle ve Fırat havzasında doğdu. Günümüze yaklaştıkça bu topraklarda ölçüsüz dehşetler yaşandı. 2003’teki George W. Bush ve Tony Blair saldırısı, Iraklıların birçoğu tarafından 13. yüzyıldaki Moğol istilasına benzetilir. Bu öldürücü darbeden hemen önce Bill Clinton’un başlattığı Birleşmiş Milletler yaptırımları gelmişti. Yaptırımları uygulayan iki diplomat (Halliday ile von Sponeck), bunları ‘soykırım benzeri’ olarak nitelendirmiş ve istifa etmişlerdi. Bu yıkımdan arta kalan varlıkların çoğunu da Bush-Blair saldırısı yok etti. 2003’te farklı kimliklerin aynı mahallelerde yan yana yaşadığı Bağdat, bugün sınırsız bir nefret girdabı içindedir; mezhepler ayrı, kuşatılmış bölgelere sığınmıştır. ABD-Britanya istilasının tetiklediği korkunç çatışmalar, tüm bölgeyi paramparça hale getirmektedir.

Britanya, Washington'un ve onun ülke içindeki tellalarının aksine, verdiği mesajları allayıp pullamakla pek uğraşmaz. Britanya yepyeni bir açık sözlülükle, geçmişten gelen emperyal bir geleneğe atıfta bulunur; ABD ise yoluna çıkan herkesi ezip geçerken, bu işi bir aziz kisvesine bürünerek yapmayı tercih eder.

Bir politikacının kafasında doğabilecek en ölçüsüz düşünce, bir halkın başka bir halka kendi yasalarını ve anayasasını benimsetmek için, elinde silahla onun ülkesine girmenin yeterli olacağına inanmaktır. Kimse silahlı misyonerleri sevmez ve doğanın ve sağduyunun vereceği ilk fikir, bu kişileri düşmanlar olarak geri püskürtmek olacaktır.

Liste
Yükleniyor…