Benzer Sözler

Eskiden “mahalle” içinde az katlı, yüksek tavanlı, kendimize mahsus evlerde yaşardık. Şimdi çok katlı, basık tavanlı, birbirlerine tıpatıp benzeyen apartmanlardan oluşmuş sitelerle “otel konforunda akıllı rezidans”larda yaşıyoruz… “Ev” deyip geçmeyin, yaşanan mekânın karakteristik özelliklerinin insanüstünde belirleyici ve kalıcı etkisi olduğunu bilim söylüyor.

Vak'ay-i Hayriye, Osmanlı Türkiyesi'nde ulema sınıfını çırıl çıplak etti. Osmanlı Türkiyesi'nin yeniden doğuş umudu, Yeniçeriliğin ilgasıyla başladı. Şehzadeliğinde Yeniçerilerin kirli kementlerinden dünyaya yeniden dönen Mahmut-i Adli, yaygın adıyla İkinci Mahmud, kurtarmak için yıkmak gerektiğini bilen bir hükümdar oldu. Sultan Mahmut'un yanı başında, gözü önünde. Yeniçerilerin hain kementi ile hayatını kaybeden Üçüncü Selim, bir yana bırakılacak olursa, Türkiye'de tüm yenilikler, Sultan Mahmut ile ve Vak'ay-i Hayriye ile başladı.

Yunus içine döndü umut, dışına baktı kaos var... Demir atmak istediğim ıslak limanlarda lodos var. Fokurdayan suda kaynayan kıskaçlar; kaynar kazanda ıslık çalıp duran ıstakozlar. Öyle güçlü sesim var ama, kâlpsiz kulağı kulaksız. Canımı ölümlerden çekip almaya bu güç yetersiz... Dinsin ateş arsız,yanık içim alevsiz. Gördüklerim doğruysa, bu çekip gidiş vedâsız... Benimle yaşlandılar ama benden önce ölü anılarım. Şu sudan kabarcıklar, ölüm tanıklarım. Yok ki topum tankım. Ardımdan kaynar, su döker kepçeler; yanar her yer, her yerim. Hepsi gâyet farkındalar, ruhum ölüme dalar. Dalan dalıp gider; dalını terk eder yaprak, ölür. Sesim artık gidercesine güçsüz. Sirenlerim bağırmaktan âciz. Ateşle taciz.

Bir defa, insanları tanıyabilmek için onları sınarsınız. İkincisi, başka insanları incelemek için çaba harcanmaz. Bütün insanlar, gerek ruh, gerek fizik açısından, birbirlerine benzerler; hepimizin beyni, dalağı, yüreği, akciğerleri aynı biçimde yapılmıştır. Manevi değerler ise herkeste aynıdır; küçük farkların önemi yoktur. Bir insanı tanımak, diğerini de tanımak anlamına gelir. İnsanlar aynı ormandaki ağaçlar gibidirler; hiçbir botanik bilgini, tek tek akkavağı incelemeye kalkmaz.

Orta-Doğu ve Balkanları Avrupa ve Amerika’nın tasallutundan kurtarma yükü Osmanlı Devleti’nin omuzlarındaydı. Önceleri bölgede bir Pax-Ottomana ihdas etmiş bulunan Osmanlıların omuzları zamanla bu yükü kaldıracak güçten mahrum kaldı. Daha doğrusu Avrupa ve Amerika’nın güçlü oldukları alanla Osmanlıların güçlü olduğu alan birbirinden farklıydı. Güçler arasında mahiyet farkı vardı. Kapitalizmin dünyaya sunduğu ölçüler bakımından Osmanlı Devleti dünyanın en güçsüz devletiydi. Bu güçsüzlüğün kaçınılmaz sonucudur ki Osmanlılar tarihten silindi, gitti. Fakat Osmanlı devletinin hayat kaynağı sarih bir biçimde anti-kapitalist olan tarih yükü Türkiye’ye kaldı. Türkiye’nin etrafındaki ülkeler bu yükten muaf oldukları için her aşamada Avrupa ve Amerika oralara musallat oluyor. Karışıklıkların sebebi bu. Türkiye başından tarih yükünü atmaya kalkışamıyor. Sakin kalışının sebebi bu.

Sufizm bir din mi, felsefe mi, yoksa mistisizm midir? Her üçü de. Eğer ondan dini öğrenmek istiyorsanız, bir dindir; bilgelik öğrenmek isterseniz, felsefedir; ruhun gelişiminde rehberlik etmesini istediğinizde mistisizm olur. Gerçekte ise üçünün de ötesindedir.

17 yaşında kendi şarkılarımı söylemek için yola çıktım. Yapıtlarımdaki müzikal kurgu, şiirsel ve düşünsel boyutlar, albüm kapaklarından yansıyan vizyonlarla iç içe geçerek bir anlam bütünlüğü oluşturuyor. Çok geniş bir ruhsal alana yayılan “İlhan İrem Müziği” yapıyorum. Zamansız, mekansız vuslatlarda.

Sadece şarkılarda ve yüreği ötelerde atan insanların ruhlarında yaşıyor artık aşk. Üzerinde yaşayanların cehenneme çevirdiği bu dünyayı çoktan bırakıp gitti. Aşk dünyayı terk etti.

Liste
Yükleniyor…