Benzer Sözler

Güçlü olanın güçsüzü maddi manevi tanklarla, tüfeklerle acımasızca ezip geçtiği, hukukun -ama sana, bana amcamın kızı Süheyla’ya göre değil, evrensel kriterlere göre hukukun- üstünlüğü olmadığından gücünü, dolayısı ile mezalimini, Allah yarattı demeden artırdığı bir düzenden söz ediyoruz.

Her şey dinin yanında: vahiy, kehanetler, hükümetin koruması, en yüksek değer ve tanınmışlık... ve hepsinden öte, doktrinlerini çocukluğun körpe çağında zihne kazıma, dolayısıyla neredeyse doğuştan gelen fikirler gibi görülmelerini sağlama şeklindeki paha biçilmez ayrıcalık.

Bizler hiçbir şeyden şüphe duymuyoruz. Üretici olamıyoruz. Bizler sadece bekliyoruz. Vali tebdili kıyafet giysin Denizli'yi kurtarsın. Başbakan Türkiye'yi kurtarsın. Böyle bir şey yok. Kurtarıcı halktır. Halkın örgütlü gücüdür, halkın katılımıdır. Problemler bu şekilde çözülür. Ama biz hep kurtarıcı, kurtar bizi ana, kurtar bizi baba gibi yetişme tarzımızdan kaynaklanan beleşçi bir yaklaşım içindeyiz. Bu nedenle bizden dinamik bir yapı, dinamik, özgür, üretken beyinler çıkmıyor.

Herkes sisteme teslim, yeniden yapılanma için eylem yok. Halkın talebi yok. Halkımız duyarsız, ilgisiz. Çarkıfelek'e, Sibel Can'a gösterdiği ilgiyi değişime göstermiyor. Siyasi iktidar bindiği dalı neden kessin? Duyarsız yığınlar kendi varlığının farkına varmadı, çünkü örgütlenemedi. Bana sorarsanız millet sınıfta kaldı. Halkımız korkuyor çünkü ana dayağı, baba dayağı, polis dayağı, asker dayağı ile halkımızı korkutuyoruz. Bu kadar dayaktan sonra duyarsız oluyor. O kadar ki; kendisine zararlı olan yiyecek ve içecekleri söylüyoruz adam anlamıyor. Beyaz ekmek yeme, beyaz ekmek demek nişasta demek, tansiyon, kolesterol demektir diye anlatıyoruz, adam yine gidip beyaz ekmek alıyor. Boyalı içecek içme diyoruz, tabii içecek, ayran iç diyoruz adam anlamıyor. İçki, sigara tüketimi ve kumar oynamada dünyada dördüncüsüyüz. Bu muazzam halktan ne beklenir!

Sizi açıkça uyarmam gereken kötü bir alışkanlığınız var. Kürsüye kim çıkarsa çıksın, ne söylerse söylesin, hepsini yürekten bir alkışla karşılıyorsunuz! Yaşasın özgürlük deniyor, alkışlıyorsunuz. Yaşasın devrim deniyor, alkışlıyorsunuz. Bu elbette çok doğru bir şey. Ama birisi çıkıp da kahrolsun silahlar dediği zaman gene alkışlıyorsunuz. Acaba silahsız bir devrimin başarıya ulaşma şansı olabilir mi? Kahrolsun silahlar diye bağıran bir kimse acaba nasıl bir devrimcidir? Bunu söyleyen bir konuşmacı devrimci değil, bir Tolstoycu olsa gerek. Ama neci olursa olsun, bir devrim düşmanıdır, halkın özgürlüğünün düşmanıdır. Kazanmak için gerçekten neye gereksinimimiz var? Üç şeye. Bunu iyi kavrayalım ve akıldan çıkarmayalım: Birincisi silah, ikincisi silah, üçüncüsü gene silah.

Toplumun ileri gelenleri, her günün belli saatinde kilise dedikleri tapınakta bir araya gelirler. Yüzlerini kürsüdeki diz çöken krala dönüp papaza ve kutsal emanetlere sırtlarını vererek sunak önünde geniş bir çember oluştururlar. Kralın burada uyguladığı hiyerarşi gözden kaçacak gibi değil. Kral, Tanrı'ya tapınırken halk da krala tapınıyor.

Liste
Yükleniyor…