Benzer Sözler

Esbab-i mûcibeden sonra gelen 3 madde kâfi değildi. Buna bir gün sonra diğer 3 madde daha ilâve ettim. Tekemmül etti. Teşkil edilen bir Encümen bu altı maddeyi iki madde halinde cem etti. Vâkia ikinci Grub maddeleri kısmen kendisine atfetmiş ve Encümen mazbatasında da böyle geçirtmiş ise de, benim ilâvem onların teklifinden bir gün evvel gazetelerde bile intişar etmişti. İttifâk-ı âra ile kabul edilen bu takririme «1 Teşrinisâni Kararı» adı verildi. Bu takrirle Pâdişahlık lağv, hâkimiyet bilâ kayd-ü şart Millete naklediliyor, Hilâfet Devlet'ten ayrılıyordu. İşte bu suretle bu mühim inkılâb husûle geldi. Bunun üzerine Vahideddin yükte hafif, kıymette ağır nesi varsa alelacele toplayıp etrafındaki Çerkesler'le beraber ve ingilizler'in delâleti ile bir ingiliz harp gemisine girip ecnebî memleketine kaçtı. İşte bu hâin ve uğursuz Pâdişah'ın kaçmasiyle de Türkiye'de Osmanlı Hânedânı da göçtü. Demek ki Türkiye bu güne kadar Selçuk Hânedânı, Osmanlı Hânedânı, Hâkimiyet-i Milliye olmak üzere üç devir geçirmiş oldu. Bu vak'a ile millet, vergi suretinde parasını alıp saraylarda keyif ve sefahatla yiyen, çıplak milletin hiçbir derdine derman olmıyan, bilâkis millete zulüm eden bu «pâdişah» adını taşıyan müstebit ve sefih insanlardan kurtuldu. Artık kendi kendisini idâre edecektir. Hâkimiyet-i Millîye idârelerin en mükemmelidir. Saâdeti Millet'e bu idâre verecektir. Zaten son zamanlarda bütün dünyadaki meyil ve hareket hâkimiyet-i millîye ve cumhuriyet'e doğrudur. Zaferlerimizi, bu inkılâblarımızı cihân alkışladı. Bunlara bakarak Türkiye'nin hakikaten kurtulduğunu ve büyük bir devlet ve millet olacağını söylediler. Artık eski Osmanlı imparatorluğu münkariz olmuş, yerine yeni bir Türkiye, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti kaim olmuş oldu. Artık bu Devlet'in adı Türkiye'dir. Bu Devlet, lâik bir surette kuruluyor, kanunlar kâmilen lâik olacaktır. Din yalnız umur-u dinîye ile iştigal edecektir. Böyle olmayınca bir devlete bu asırda hayat yoktur. Nitekim bütün Avrupa Devletleri de bunu yapmışlar ve ancak bu sâyede bugün gördüğümüz gibi kuvvetli devletler olmuşlardır.

Turgut Özal, ne "devlet" denen kavramı bilirdi, ne de 4 yıl başında olduğu laik cumhuriyeti severdi. Muhtemeldir ki hiçbir zaman, göğsünü doldura doldura "Ne mutlu Türk’üm diyene!" dememişti. Onun gözünde "laiklik" bu topluma "zerk edilmiş" (şırıngalanmış) bir yabancı madde gibiydi. O yüzden laik cumhuriyete katlanırdı. Onun misyonu, Cumhuriyet’in yanlış kurulduğunu, kötü olduğunu, işlemediğini ispat etmekti.

Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye’de dindar insanlara öyle ağır baskılar yapılmış ki işte bu baskılar şimdi bir oy patlaması halinde sandığa yansıyor. O kadar baskı vardı ki. Bir örnek vermek istiyorum. Ben laik kesim içinde doğdum, büyüdüm ve öyle devam ettim yaşamaya. Yıllar önce yeni bir eve geçmiştim ve içimden Kur’an okutmak geldi. Anneme, ‘Bir hoca çağırıp okutsak’ dedim. ‘Ya iyi olur’ dedi. Fakat sonra ‘Komşular ne der’ diye düşündüm. Bir hafta sonra aynı apartmanda bir Musevi ayini yapıldı ve hiçbir şey olmadı. Demek ki belirli yerlerde Müslüman Türkler üzerinde yasal olmamakla beraber böyle bir baskı vardı.

Asıl ölümden korkanlar çalıp çırpanlar, halkı kandıranlar, Cumhuriyet’e zarar verenlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nde hayatını sanatına adamış bir oyuncu olarak görevimi yaptım, alnım ak, gönlüm rahat. Şu an ölsem gam yemem. Ölmeye hazır olmak da önemlidir. Alkışlar aldım, kalpler kazandım.

Sonra nasıl tarih okumuş bu? Osmanlı padişahlığı devri yalancı şahitli, rüşvetçi kadı mahkemeleri ile dolup taşardı. Her mahkemenin kapısı karşısında bir yalancı şahit kahvesi vardı. O devrin şeyhülislamları ve müftüleri değil midir ki İngilizlere kulluk ederek Anadolu'da vatanı kurtarmak için savaşan cihatçıları fetva ile "tekfir" etmişlerdir. Nasıl cumhuriyet memurudur bu ki cumhuriyete karşı padişahlık devrini ileri sürer? Nasıl cumhuriyet memurudur bu ki Anayasa korurluğu altındaki Medeni Kanun'un erkekle eşit kıldığı, açtığı ve her mesleğe serbest bıraktığı Türk kadınına hakaret eder? Nasıl din adamıdır bu ki dini, en kötü politikacılık yolunda "kirletmeye" cesaret eder?

Teokratik bir devlet düzeninde vatandaşlık yoktur; kulluk vardır. Millet yoktur; ümmet vardır. Buna bağlı olarak idare edilenlerin haklarından da bahsedilemez. Hak kavramı ve insan hakları, laik hukuk düzeninin bir ürünüdür. Çünkü insanlara hak tanımanın esası, egemen gücün insan olmasına dayanmaktadır. Laik ve demokratik bir düzende insana temel haklarını veren, son tahlilde, başkası değil, yine insanın kendisidir.

Fakat şeriat devleti kurmayı hedef alan her türlü gericilik, zaman zaman dinî bir sömürü aracı olarak laiklik kavramının karşısına çıkarılmış ve hâlâ daha çıkarılmaya devam edilmektedir. Laikliğin bulunmadığı bir ortamda çağdaşlaşma hedefi ancak bir düş olarak kalır. Milletimizi tekrar geri götürme ve böylece kendilerine çıkar sağlama heves ve özlemi içinde olanlar, her zaman olduğu gibi karşılarında cumhuriyet kanunlarını ve bu milletin Atatürkçü güçlerini bulacaklardır.

Kalpak bizim geleneklerimizde Cumhuriyetin ilk meclisinde, resmi yerlerde kullanılmıştır. Kalpak şapka değildir. Mahkemeden izin istedim. Mahkeme başkanı da kibar olarak 'kalpaksız oturun' dedi. Biz cumhuriyeti savunuyoruz. Cumhuriyet kalpakla savunulur. Cumhuriyeti savunmanın sembolüdür bu. Türban değil, kalpak...

Plütokratlar için 'ülke' artık bir 'üs' ya da sıçrama tahtasıdır. Şıpsevdi halleri var, keşfediyorlar, başlarına çıkartıyorlar, yüceltiyorlar, tapınıyorlar, sonra öldürüyorlar. Tıpkı Roma'da olduğu üzere, adının dışında Cumhuriyet'in bütün kurumlarını yıkmaya mahkumdurlar. Bütün cumhuriyetçileri tasfiye etmeye ve hatta öldürmeye teşnedirler.

Liste
Yükleniyor…