Biz yazarlar doktor değiliz, hastaların çektiği acıyız.
- Henüz kategori yok.
-
Rhein Derbisi: Mönchengladbach - Köln Maçında Goller v…08.11.2025
-
Uluslararası İş Birliğiyle Portekiz, Dev Uyuşturucu Se…08.11.2025
-
Vince Gilligan'ın Pluribus Dizisi Apple TV+'ta Başladı…08.11.2025
-
Kanal D Canlı Yayın ve Arka Sokaklar Son Bölüm İzleme …08.11.2025
-
Sunderland, Arsenal'in Gol Yememe Serisini Sonlandırdı…08.11.2025
-
Arnold Schwarzenegger'dan The Running Man Remake'ine T…08.11.2025
-
Beşiktaş'ta Rafa Silva'nın Geleceği Belirsiz: Saha İçi…08.11.2025
-
Cengiz Ünder'den 8 Milyon Liralık Göz Kamaştıran Evlil…08.11.2025
-
Uzun Süreli Melatonin Kullanımının Kalp Sağlığına Olas…08.11.2025
-
Körfez'in Nefes Kesen Derbisi: Al-İttihad ve Al-Ahli K…08.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
Benzer Sözler
Neden yazılır? Dünya acılı olduğu için yazılır. Duygular taştığı için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir. Ama insan bu, bir kez bu zavallılıktan sıyrılmaya görsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altında alabilir. İşte böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazılır ya da kendi kendine kanıtlamak için. Çünkü insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. Dünyasına egemen olan insan, acıları coşkuya, bunalımı yaratmaya, sevgisizliği sürekli aşka dönüştürebilir. Ben dünyama egemen olabilmeyi edebiyatla öğrendim.
Bir yazarın edebi gücü, bebekliğindeki fantastik materyali hafızaya kaydetme ve ileride geri çağırma yeteneğinden gelir.
Tıpkı bedenindeki kusurlar ve sakatlıkları göstererek sempati uyandırmaya çalışan dilenciler gibi, kalplerindeki derin üzüntüleri ortaya koyarak ilgi çekmeye çalışan yazarlar vardır.
Edebiyatta en huzursuz olduğum dil kurban dilidir, mağdur dilidir. Çünkü mağduriyet dilinin sonu yok. O bir süre sonra acıyı, trajediyi melodram haline getirir, çürütür. Çok ağır, çok da ayıp bir şeydir. Hiç kimse gerçek tanıklar adına konuşamaz. Gerçek tanıklar ölülerdir. Dolayısıyla biz, bize kalan tortuyu insan olma vakarıyla ve insan olma utancı, mahcubiyetiyle ele almalıyız bence. İnsanın insana ettikleri karşısında başımıza geleni değil, "Bu başıma gelenlerden sonra ben nasıl yaşıyorum?" gibi bir öz eleştiriyle hayata bakmamız lâzım.
Yazarlar; meteorlar, gezegenler ve sabit yıldızlar olarak sınıflandırılabilirler. Bir meteor bir an için çarpıcı bir etki yapar. Yukarıya bakar ve "Orada” diyerek bağırırsın ve ardından sonsuza dek görmezden gelirsin. Gezegenler ve gezgin yıldızlar daha uzun bir süre kalırlar. Genellikle sabit yıldızların ışığını yansıtırlar ve daha önceden tecrübe edilmemiş halleriyle hayrete düşürürler; ama bu sadece yakın olmalarındandır ve bulundukları yerdeki verimlilikleri çok uzun süreden beri devam etmekte değildir; hayır, verdikleri ışık sadece yansıtmaktadırlar ve etki alanları sadece yörüngeleri ve çağdaşları arasındadır. Etkileri bir değişiklik ve bir hareket için ve ancak birkaç yıl anlatılacak bir dönem içindir. Sabit yıldızlar gökyüzündeki yerlerini sürekli olarak güvenle koruyanlardır; kendilerinden olan bir ışıkla parıldar, etkilerini bugün de dün olduğu gibi sürdürürler, genellikle çok yıllar öncesinden bu yana bu yeryüzündekilerce ışıkları görülebilmektedir.
Yazarda gözyaşı yoksa, okuyucuda da gözyaşı olmaz. Yazarda sürpriz yoksa, okuyucuda da sürpriz olmayacaktır.
Benim için hakiki edebiyatın başladığı yer kitaplarla kendini bir odaya kapatan adamdır.
İçimden geldiği için yazıyorum! Başkaları gibi normal bir iş yapamadığım için yazıyorum. Benim yazdığım gibi kitaplar yazılsın da okuyayım diye yazıyorum. Hepinize, herkese çok çok kızdığım için yazıyorum. Bir odada bütün gün oturup yazmak çok hoşuma gittiği için yazıyorum. Ben, ötekiler, hepimiz, bizler İstanbul’da, Türkiye’de nasıl bir hayat yaşadık, yaşıyoruz, bütün dünya bilsin diye yazıyorum. Kâğıdın, kalemin, mürekkebin kokusunu sevdiğim için yazıyorum. Edebiyata, roman sanatına her şeyden çok inandığım için yazıyorum. Bir alışkanlık ve tutku olduğu için yazıyorum. Unutulmaktan korktuğum için yazıyorum. Getirdiği ün ve ilgiden hoşlandığım için yazıyorum. Yalnız kalmak için yazıyorum. Hepinize, herkese neden o kadar çok çok kızdığımı belki anlarım diye yazıyorum. Okunmaktan hoşlandığım için yazıyorum. Bir kere başladığım şu romanı, bu yazıyı, şu sayfayı artık bitireyim diye yazıyorum. Herkes benden bunu bekliyor diye yazıyorum. Kütüphanelerin ölümsüzlüğüne ve kitaplarımın raflarda duruşuna çocukça inandığım için yazıyorum.
Benim için yazar olmak demek, içimizde taşıdığımız, en fazla taşıdığımızı biraz bildiğimiz gizli yaralarımızın üzerinde durmak, onları sabırla keşfetmek, tanımak, iyice ortaya çıkarmak ve bu yaraları ve acıları yazımızın ve kimliğimizin bilinçle sahiplendiğimiz bir parçası haline getirmektir.
Biz birbirimizin kitaplarını satır satır okur, konular hakkında tartışmalar yapar, çok dikkatli ve titiz bir şekilde incelerdik. Bugünkü edebiyatçıların birbirinden habersiz olduğunu düşünüyorum. Kimse ötekini okumuyor, fikirleri yok. Fakat bugünkü edebiyat ortamının bu kültür birikiminin azlığına rağmen yine de umutsuz değilim. Ben hiç umutsuz bir insan olmadım.
Ali Ekber Çiçek’i dinlememek büyük bir eksikliktir. Ruhi Su’dan haberi olmayana, Ruhi Su’yu dinlemeyene, yazar gözüyle, devrimci gözüyle bakamam ben.
Geçmişte gazetecilik, edebiyat yazarlarının atlama taşıydı. Çünkü hayatın şartları sanatkârı maddi bakımdan zorluyordu. Peyami Safa için gazetecilik ise doğuştan bir meslekti; öyle dört dörtlük fıkralar yazardı ki, gazete alanların pek çoğu bunları okurdu. Sadece onun için gazete alanlar bile vardı. Peyami Safa bir gazeteden diğer bir gazeteye geçince, binlerce okuyucusu da onu takip ederdi.