Bir padişah ki budalaca kuruntu yüzünden, yirminci yüzyılda, İstanbul'a elektrik sokmaz. Telefon getirtmez. Askere manevra fişeği ile de ateş talimi yaptırmaz. Donanmayı, eğer denize açılırsa toplarını Yıldız'a çevirip vurabilir diye ön köprü ile bağlı Haliç'te çürütür. Bir padişah ki okullarda edebiyat dersi okutmaz. Kuru övme dışında tarih dersi verdirmez. Aşk şiirini, romanını bile yasak eder. Kendi adıdır diye bir sabah uyanıp bütün kısa "a"lı Hamidleri uzun "a"lı Hâmid'e ve veliahtının adıdır diye bütün Reşad adlarını Neşet'e değiştirtir. Otuz üç yıl böyle bir padişahın hükmü altında çöküp giden bu memlekette 1965'te onu "Ulu Hakan" diye ananları deneme tavşanı gibi kullanılmak üzere akıl hastanesine yollamaz da ne yaparsınız?
- Henüz kategori yok.
-
Fransa Ligue 1'de Marsilya - Brest Maçı: Kritik Randev…08.11.2025
-
Mevsimlik Lezzetlerle Sonbahar Sofralarına Özel Risott…08.11.2025
-
Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi Hedefi ve Mali Zaferle…08.11.2025
-
Sevilla'dan Tarihi Zafer: 14 Yıllık Hasret Guadalquivi…08.11.2025
-
Suudi Arabistan Pro Lig: Al Fayha - Al Akhdoud Karşıla…08.11.2025
-
Lando Norris Sao Paulo Sprint'i Domine Etti, Piastri'n…08.11.2025
-
West Ham United, Burnley Karşısında Kritik Maça Çıkıyo…08.11.2025
-
Türk Telekom - Karşıyaka Maçı Öncesi: Yükselişteki Baş…08.11.2025
-
Bundesliga: Union Berlin, Zirvedeki Bayern Münih'in Ye…08.11.2025
-
Amedspor Taraftarından Hatayspor'a Sıcak Karşılama, Gö…08.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
Benzer Sözler
Abdülhamid ne tilki idi. Mithat Paşa ve Namık Kemal’e de böyle yapmış, fırsat bulunca birinin kafasını kesmiş, diğerini sürmüştü. Abdülhamid’in çok korkak bir adam olduğunu o vakit gözümle gördüm. Abdülhamid hilekar bir insandı. Pek cahildi. Padişah olmak için hileler yapmış, o vakit ki işbaşlarına hürriyet ve meşrutiyet vaat etmişti. Padişah olunca Meclis’i fesh ve hürriyetçi ricali nefy etmişti. Etrafına kendi gibi cahilleri toplardı.
Ne demekmiş gelenekçilik? Osmanlı şartlarına dönmekten başka! Yere bağdaş kurup sinide elle yemek, kadını çuvala tıkmak, kızları satmaktan başka! Bir Erbakan 1909'da asılan Vahdeti’nin istediklerini isteyerek Konya’dan milletvekili seçilmiştir. O da başı takkeli gelenekçi!
Bir Osmanlı prensini ilk defa 1910 sularında Fenerbahçe yolunda görmüştüm. Açık körüklü, tekerleği yaldızlı, mavi atlas döşemeli bir fayton içinde; kostümü hemen hemen sarı, kozmetikli bıyıklarının iki ucu dimdik, genççe bir kadın görünce yarı beline kadar dışarı doğru sarkan, arabacısının yanında harem ağası ve peşinde uzun fesli hafiyeleri ile salnamelerde sadece isimlerini okuduğumuz şehzadelerden biri idi. Osmanlı tarihinde kurucu ve savaşçı padişahların destana benzer hikâyelerini ezberliyorduk. Bir Osmanoğlu'nun bu ilk görünüşünü bir türlü hayalime yedirememiştim. Yaşım hayli küçük olmakla beraber, onda bir piyasa züppesinin gülünçlüğünü sezindim.
Orhan Veli'nin dejenere bir şair olduğunu ilk kez yazdım. Türk aydını 'öyle de yatılmaz ki' demeyi solculuk sanıyordu; çok küfür aldım ve şimdi meyhane şarkılarına söz arandığında başvurulan bir eski tutucudur ve artık dejenere Türk gericiliğinin şairleri arasında sayılıyor.
-Osmanlı’ya atıfta bulunarak- sıkacaksın boğazını. Bir sıkımlık canı var. Göreceksiniz, donanmamızın Çanakkaleyi geçip Marmaray’a girdiği haberi bile yeterli... Padişah, sarayında ne yapacağını şaşırır, iki mermi ile çatısını başına yıkarım. İstanbul’un bir ucundan bir ucuna bir çıra gibi yanacağı korkusu, onların akıllarının başlarından uçup gitmesi için kafi.
Ağalar, görün kimi padişah ettiniz başınıza. Siz neslin kesilmesine sebeb olursunuz. Bu meczub, devletin çöküşüne sebeb olub, ocağınızı söndürür. Kıyamete değin kurtulamazsınız bu pişmanlıktan gelin dönün bu hatadan!
Osmanlılar, elitin sürekli sirkülasyonunu sağlayarak, hiçbir zaman çözülmeyecek bir sistemi inşa etmiş olduklarını düşünüyorlardı. Bunun için de, kurdukları devlete "devlet-i âliye-i ebet müddet!"(Ebediyete kadar sürecek ulu devlet) adını verdiler. Bunda yanıldılar ve bu yanılgı büyük depremlerin nedeni oldu.
Osmanlı arşivlerine göre 17nci yüzyıla duraklama demek için adamın aklını kaçırmış olması lazım. 17. yüzyıl fırın, kaynıyor, nasıl bir duraklama bu? Onu takip eden 18’inci yüzyıla da layık görülen sıfat gerilemedir. Ama Osmanlı arşivinden bu yüzyılında gerilemeden çok değişme ve gelişme yüzyılı olduğunu anlıyoruz.
Bize Osmanlı propagandası yapıyorlar diyorlar, yıkılmış bir devletin propagandasını yapsak ne olur ki?
Papa eğer Türklerin gücüne sahip olsa, Osmanlıların yaptığından daha fazla kötülük yapar. Türk'ün Papa'dan tek farkı, eline kılıç almasıdır. Papa ve Türk'e savaş birdir, ikisi de aynı günahları işliyor.
Erbakan şeriatçı sağdan. Nizam-ı Cedit'i yıkan bu sağ. Abdülhamid despotluğunu tutan bu sağ. 1909'da 31 Mart'ı yapan bu sağ. Kuvayımilliye devrinde Bolu, Yozgat, Biga ve daha birçok ayaklanmalara önayaklık eden bu sağ. Mektepli subayları öldüren bu sağ. Kurtuluş Savaşı'nı baltalamak isteyen bu sağ. Şeyh Said hareketinin arkasında bu sağ. Menemen'de Subay Kubilay'ın başını kesen bu sağ. Ordunun işte asıl bu sağa karşı alerjisi vardır. Ne zaman baş gösterse üstüne yürür.
Osmanlı tarihinin bir "taleb-i ulûm" devri vardır. Medreselerinde artık ders okunmaz. Sokaklar ikide bir sarıklı delikanlı kalabalığı ile dolup taşar. Her bahane ayaklanmak için bir fırsattır. Bizim de bildiğimiz son zamanlarında medreseler asker kaçağı sığınağı idi. Otuzla kırk arasında yıllanmış yobaz takımına sık sık rastlardık. Bunlar ayaklanmalarda elebaşları idiler.
1908 Meşrutiyeti'ne kadar İstanbul'da elektrik yasaktı. Sultan Abdülhamid'in vehmi yüzünden. 19 Ağustos'ta cülus donanmasını yağ kandilleri ve havai fişeklerle yapardık. Ertesi günden başlayarak bütün gazetelerde vezir ve paşa konaklarının donanma haberlerini görmeli idiniz. Sütünlarca. Ufacık mumlu fenerlerin adı "Kandil-i Süreyya - mesil" idi.
Hemen derslerimizi alalım: Bizim sol akım geridir. Geçen asır sloganları ile kıskançlık gibi, yağmacılık gibi ilkel insan zaaflarını işleyerek tutunmaya uğraşıp durur.
18. yüzyılın sonlarında medreseye müspet ilimleri sokmayı bırakınız, "Talim gâvur işidir." diye Nizam-ı Cedit ordusunun ortadan kaldırıldığını görüyoruz ki kışkırtma elebaşlarından biri Şeyhülislam Ataullah Efendi idi.
1908'den önceki rüştiye ve idadiye okullarından Osmanlı tarihini ilmihal gibi okurduk. Nerede ise padişahlarla peygamberleri birbirine karıştıracaktık. Hükümdarlardan hiçbirinin suçu ve günahı yoktu.
Bütün kârlı gelir kaynaklarımız Düyûn-ı Umûmiye İdaresinin elinde idi. Dolmabahçe, Çırağan, Beylerbeyi ve bunlara benzer saraylara harcanan milyonlarca altın borcu ve yığılmış faizlerini, Rusya'ya yenilmek yüzünden vermeye mahkûm olduğumuz galiba doksan milyon altını ve faizlerini ödemek zorunda idik.