Benzer Sözler

“Ermeni tasarısı”nı oylayıp, Türkiye’yi “soykırımcı” gibi göstermek isteyen “ABD Temsilciler Meclisi üyeleri”ne bağıra bağıra şunu söylemek gerekir: “Soykırımcı senin babandır!” Evet, “soykırımın kralı”nı, onların babaları yapmıştır! Amerika’da Kristof Kolomb yapmıştır, Cezayir’de de Gaulle yapmıştır, Irak ve Afganistan’da Bush oğlu Bush, Filistin’de ise Kasap Şaron yapmıştır! “Kıçları meydanda” olan bu “keçi”lerin, bugün kalkıp da “koyun”lara gülmesi, son derece komiktir... Öyle ya; sen önce kendi kıçına, kıçından sarkan “çakıldak”lara bak! Uzun lâfın kısası, önceki günkü oylama; bir anlamda “orospu”ların “namus dersi” vermesine benzemiştir ki; Türkiye’nin “orospu”lardan alacağı “namus dersi”ne ihtiyacı yoktur! Gerekirse, bir “One Minute” de onlara çekeriz!

PKK’nın bir kenarda potansiyel olarak varlığı ABD’nin de işine geliyor. Gelecekte Türkiye’nin bir diplomatik atağa geçmesi durumunda, taraflar birbirlerinden bir şeyler isteyecekler. İsteneceklerin arasında PKK da olacak. İşte PKK’nın ortadan kalkmış olduğu durumda Türkiye başka bir şey isteyecektir. Daha basit bir ifadeyle, ABD açıkça ifade etmese de, hukuki zeminde PKK’ya karşı olduklarının altını çizseler de, PKK’nın bir koz olduğu açıktır. Günümüz konjonktüründe PKK’nın üstüne gitmemelerini de büyük ölçüde böyle yorumlamak lazım.

Bu daha önce hiç anlatmadığım bir hikaye. İran 2020'de (İranlı general Kasım Süleymani'nin Irak'ta ABD güçleri tarafından öldürülmesinin ardından) bir İHA'mızı düşürdüğünde İHA 14 yaşındaydı. Pek değerli değildi. Yakınlarda 39 mühendis ve pilotun bulunduğu büyük bir motorlu uçak vardı. Generallere sordum, "arkasındaki uçağı mı düşürdüler?" "Hayır efendim, yapmadılar" dediler. Bu ilginç dedim. Ama İran'ı vurmamız gerekiyordu, o yüzden onları çok sert vurduk. Radarlarını ve farklı şeyleri devre dışı bıraktık ve eğer bize karşı gelirlerse onlara asla mümkün olduğunu düşünmedikleri şeyler yapacağımıza dair bir açıklama yaptım. İranlılar bizi aradılar, "Başka çaremiz yok, itibarımızı kurtarmak için sizi vurmamız lazım. Belli bir askeri üsse 18 füze fırlatacağız ama endişelenmeyin, füzeler üsse ulaşamayacak." diyerek garanti verdiler. Söyledikleri gibi 18 füze attılar, 5'i havada imha oldu. Diğerleri de üssün çevresine düştü.

“El Halil Anlaşması“'ndan sonra Clinton yönetimiyle çok kısa bir balayı dönemi yaşandı. Clinton bana, zor bir karar verme konusundaki “cesaretimden” ötürü beni öven bir mektup gönderdi. Arafat'a da benzer bir mektup gönderdi. Arafat'ın gösterdiği tek cesaretin, kontrolüne verdiğimiz Filistin mahallelerini alma cesareti olması nedeniyle bunun tuhaf olduğunu düşündüm. Ama bu açıkça olabileceği kadar iyiydi. Beyaz Saray İsrailli gazetecilere "Netanyahu ve Arafat ABD'nin müttefikidir" dedi. Bu inanılmazdı. ABD'nin en sadık müttefikinin demokratik olarak seçilmiş lideri ile yüzlerce Amerikalıyı katleden bir terör örgütünün lideri eşit muameleye tabi tutuldu..! Ancak o günlerde Washington'un diplomatik zihniyeti böyleydi. Yönetim çift namlulu miyopiden muzdaripti. Washington; Filistinlilerle olan çatışmamızın özünde Filistinlilerin herhangi bir sınırda bir Yahudi devleti tanımayı ısrarla reddetmesi olduğunu görmeyi reddetti. İkincisi, İsrail hükümetinin, başbakanın her an en zayıf çoğunluk tarafından devrilebileceği parlamenter sisteme bağımlı olduğu gerçeğini gerçekten içselleştirmeyi reddetti.

Fransızlardan hayır yoktur. Verdikleri yeni projelerde yeni ağır şartlar ileri sürdüler... Fransızlar ya bizim sulh yapmamızı istemiyorlar veya hem bize fenalığı yapmanın hem de yüzümüze gülerek hazmettirmenin kabil olduğuna inanıyorlar... Fransızlar, İngilizlerden daha fazla aleyhimize döndüler!

“Mösyö Montagna, bana bak, ben protesto bilmem” dedim. “Ne bilirsin?” diye sordu. “Böyle protesto ettin mi, ben bir saat sonra muharebeye tutuşuyoruz, deyiveririm” cevabını verdim. Beni protesto eden bu adam derhal ciddiyetini bıraktı: “Şimdi muharebe lafını nereden çıkardın?” dedi. Bunun üzerine şöyle konuştum: “Ben bütün ömrümde emir aldım ve emir verdim. Bunun dışında protestoydu, cilveydi, böyle şeyleri bilmiyorum” dedim.

Bu konsoloslukları ya da büyükelçilikleri kapatırken bizimle detayları paylaşmadan önce bu adımları atmaları, tüm ülkeler için söylüyorum, maksatlı. Burada 'Türkiye istikrarsız, Türkiye'de terör tehdidi var' imajı vermek istiyorlarsa bu dostluğa da sığmaz, müttefikliğe de sığmaz. Hele hele seçim öncesi Türkiye'yi, AK Parti iktidarını, bizleri zor durumda düşürmeye çalışıyorlarsa bizim halkımız da bunun arkasında ne olduğunu çok iyi biliyor. Bunun da onlara bir faydası yok, amaçlarına hizmet etmez. O yüzden biraz dürüstlük ve samimiyet bekliyoruz.

2001’de ABD’de George W. Bush Başkan oldu. Onun dönemi, ılımlı İslam projesine inanan Yeni Muhafazakârların (Neo-Con) dönemi olarak ortaya çıkacaktı. Ayrıca Irak’a askeri müdahale planları üzerinde çalışmalara başlanmıştı. 15 Kasım 2002’de Ankara’daki ABD Büyükelçisi, Washington’a şöyle bir telgraf göndermişti: ‘Türkiye’de ordu, bürokrasi ve yargıdan bir derin devlet vardır. Derin devletin merkezinde de ordu bulunmaktadır. Derin devlet, ABD’nin de desteklediği reformların önündeki en büyük engeldir.’ Bush yönetimi; Türk ordusunu, derin devlet olarak görmekteydi. Bu derin devlet; Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesine, ılımlı İslam konseptinin uygulanmasına, Türkiye’deki terör sorununun ‘siyasi çözüm’ ile çözülmesine engeldi. 1 Mart 2003’te tezkerenin geçmemesinin sorumluluğu da TSK’ya yıkılınca, bu yönetimin TSK’ya karşı yapılanlara sıcak baktığı, devlete ait bazı kurumların ve kurumlardaki bazı kişilerin bu oyunda rol aldıkları veya destek verdikleri ifade edilebilir. (Ergenekon davasının temyiz duruşmasında söyledikleri.)

Liste
Yükleniyor…