Benzer Sözler

Cumhurbaşkanı Özal bizi bir GAP gezisine götürmüştü. Gezi yarım kaldı çünkü PKK bir köyü basmıştı ve katliam yapmıştı. Biz oraya gittik. Öbek öbek kadınlar cesetlerin üzerine yığılmış, ağıt yakıyorlar, evler yanmış, hatta tavuklar, horozlar tavanlara yapışmış. Bomba atılmış. Derken özel harekatçılar gazete kâğıdına sarılmış bir şey getirdiler bana. Açtım açtım bir şey gözükmüyor... Bir bebek ayağı. Abdullah Öcalan denildiğinde benim gözümün önüne o geliyor.

Şimdi barış sürecinde hızlı adımların atılması gerekiyorsa, hızlı kararlar lazımsa, Hasan Cemal'in orada olması, bu ihtimalin tamamen ortadan kalkması anlamına geliyor. Hasan bir yazı yazmaya sabaha karşı 5'te otursa, o yazı minimum sabaha karşı 4'te biter. Burada sadece 23 saatten bahsetmiyorum, 2014 yılının sabaha karşı 4'ü söz konusu. Hasan bir yazının girişini tamamlayıncaya kadar ben en azından iki yazıyı bitiririm ve bunların basıldığı gazeteyi de baştan aşağıya okumuş olurum. Anlayacağınız, Hasan Cemal biraz yavaştır. Adam hayatında sadece bir dönem normal hıza kavuştu, o da Cumhuriyet Gazetesi'ne yayın yönetmeni olduğu yıllardaydı. Ne yapalım yani, durum böyle diye barış sürecinin zamanında bitirilmesi için Hasan'ın bir yerlerde yayın yönetmeni olmasını bekleyecek halimiz de yok tabii ki. Bu hız meselesi dışında bir başka sorun daha var. Eğer barış sürecinde görevlendirilecek akil adamların bir tıkanma durumunda orijinal fikirler üretmeleri istenirse, bu durumda Hasan Cemal'in varlığı bir handikap oluşturacaktır.

Allah bana memleketimizi uzun süre anlatabilecek bir ömür verdi. Hayatım boyunca oldukça fazla hatıram oldu. Birçok şey gördüm, yaşadım. Korkunç bir savaşın içinde olan Almanya'da 2 yıl kaldım. İnsanlığın ne hale geldiğini, nasıl bir vahşet içinde kaldığını canlı olarak yaşadım. Türkiye'de yalnız Bizans kültürü değil, Osmanlı kültürü de bilinmiyordu. Hala Osmanlı sanatını tamamen bilmeyen birçok insan var. Eksikliğini hissettiğim için zamanında İstanbul Üniversitesinde Osmanlı mimarisi dersi verdim. Şehrin içinde tarihi karakterde korunması gereken ne varsa bunların muhafaza edilmesi gerekiyor.

Küçük bir çocukken babam beni her yıl Birinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı cephelere götürürdü. Babam büyük savaşta askerdi. Adını hiç duymadığı Saraybosna diye bir şehirde sıkılan bir kurşun yüzünden Fransa cephelerinde savaşmıştı. Babamın derin endişelerine ve annemin gönülsüz rızasına rağmen hayatımın büyük bölümünü savaşlarda geçirdim.

Tarihi öğrenmeyenler, onu tekrar yaşamak zorunda kalırlar. Maalesef ülkemizde, Malazgirt Zaferi uzun zaman ihmal edildi. Anadolu'daki varlığımızı bin yıl önceki Malazgirt'i atlayıp, Anadolu'daki zayıf bağlantılarla daha eskilere götürme çabası belki iyi niyetliydi ama beyhudeydi. Malazgirt'i, devleti yönetenler unutsa da bu millet unutmadı. İşte çağrımızı yaptık ve bugün millet Malazgirt'te.

Savaşın kötülüğüne inanmak için daha vahşi, daha acılı fotoğraflar mı görmeliyiz örneğin? Böyle mi ikna olacağız? Daha güzel bakan babasız Ezidî çocuklar, daha çok ağlayan anneler mı görmeliyiz? Böyle hikâyeler mi dinlemeliyiz? Böyle anlarda kötü bir gazeteci oluyor, mesela rahat fotoğraf çekemiyor, ne diyeceğimi bilemiyorum. Ama Sontag’ın şu yorumunu da hatırlıyorum şimdi yazarken parça parça. Acı fotoğrafları enflasyonundan yaratılan o zehirli merak duygusuna, moderniteye bu anlamda yönelmiş klişeleşmiş eleştirilere rağmen asıl dert tüm bunlara rağmen insanlığı yitirmemek, sığlığa teslim olmamak, anlamak ve anlatabilmek.

Liste
Yükleniyor…