101 tane Amerikan üssünün bulunduğu ülkede bizim millî bütünlüğü bozmak istemekle itham edilmemiz gülünç olmaktadır.
- Henüz kategori yok.
-
Uzun Süreli Melatonin Kullanımının Kalp Sağlığına Olas…08.11.2025
-
Körfez'in Nefes Kesen Derbisi: Al-İttihad ve Al-Ahli K…08.11.2025
-
Yeşil Vatan Seferberliğiyle Geleceğe Nefes: Sinop ve S…08.11.2025
-
Arteta'dan Sunderland Maçı Öncesi Arsenal Değerlendirm…08.11.2025
-
Beşiktaş'ta Yeni Futbol Komitesi Göreve Başladı: Tammy…08.11.2025
-
Bundesliga'da Büyük Çalkantı: Bayern Serisi Bitti, HSV…08.11.2025
-
Juventus-Torino Derbisi: Serie A'da Zirve Mücadelesi v…08.11.2025
-
Marsilya'nın Gözü İsmail Yüksek'te: Fenerbahçe Satışa …08.11.2025
-
Atletico Madrid, Metropolitano'da Levante'yi Ağırlıyor…08.11.2025
-
Sunderland - Arsenal Karşılaşması Öncesi Kapsamlı Bakı…08.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
Benzer Sözler
İki sözcük var: ‘emperyalizm’ ve ‘dincilik’. Aydın, bu ikisinin güdümüne girmemiş kişidir.
Temelinde bağımsızlık harcı yatan cumhuriyetimiz, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra emperyalistlerin ahtapot kollarına teslim edilmiştir. Öyle bir teslimiyettir ki yer altı zenginliklerimiz çok uluslu şirketlerin emrindedir; öyle bir teslimiyettir ki petrol, maden ve yabancı sermaye yasaları yabancı uzmanlarca hazırlanmıştır; öyle bir teslimiyettir ki ülke topraklarının bir bölümü üs adı altında başka devletin genelkurmayına armağan edilmiştir; öyle bir teslimiyettir ki ordumuzun silahları, araç ve gereçleri okyanus ötesi ülkelerin buyruklarına bağlanmıştır.
Emperyalizmden nefret ediyorum. Sömürgeciliği tiksiniyorum. Ve onların hayattaki son acı mücadelesinin sonuçlarından korkuyorum.
Hiçbir zaman bir tek devlet, bir tek millet bütün dünyaya hâkim olamayacaktır; çünkü fertlerin de, milletlerin de en çok nefret ettiği şey esârettir.
Yüzyıllardan beri sömürge olmayı reddederek bağımsız ve özgür yaşayan Anadolu insanı onurludur. Emperyalistlerden ve işbirlikçilerinden öğreneceği hiçbir şey yoktur.
Ve sömürgeciliğin her şeye rağmen yıkılmaya mahkûm olduğunu gösteren milletlerden biri de benim milletimdir.
Kolonilerinizin [sömürgelerinizin] korunması büyük bir çıkardır; ancak bu çıkar Anayasanıza göre görecelidir ve ulusun ve aynı zamanda kolonilerin yüksek çıkarı sizin özgürlüğünüzü korumanızdır ve bu özgürlüğün temellerini kendi ellerinizle baltalamamanızdır. Öyle değil mi? Onları özgürlüğünüzü kaybetmek pahasına elinizde tutuyorsanız, çürüyüp gitsin kolonileriniz. Evet, kolonilerinizi kaybetmekle, onlara mutluluğunuzu, onurunuzu, özgürlüğünüzü feda etmek arasında tercih söz konusuysa, tekrar ediyorum: çürüyüp gitsin kolonileriniz!
Yalan söylüyorlar! Aslında onlar, hem kendi insanlarının özgürlüğünü hem de diğer ülkelerin bağımsızlığını yıkım alanlarına gömmektedirler.
Biz gerçek emperyalizmle er geç hesaplaşmak zorundayız... Bunu gerçekten yapmadıkça, Batıya hizmet teklif etmekle, belayı başımızdan defedemeyiz.
Küba, İspanyol sömürgeciliğinden kurtulan son ülke ve iğrenç emperyalist vesayetten ilk kurtulan ülke olmuştur.
Küba’da kötü giden şeyler tabii ki var. Ama bunun en büyük sebebi Amerikan ambargosu... Yarın Fidel Castro ölse, Küba’da düzen değişmeyecek. Küba halkı, Amerika’nın burnunun dibinde bağımsız olmaktan ve IMF’ye bir kuruş borçlarının olmamasından gurur duyuyor.
Atatürkçü laik politika, bağımsızlık ve kalkınma irticanın kesin ilâcıdır. Bunlar gerçekleştirilmedikçe, Türkiye'mizin, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin körükleyecekleri yeni 31 Martlarla yok olup gitmesinden, ne kadar korkulsa yeridir. (1969)
Tarihimiz göstermiş ve ekonomi bilimi de doğrulamıştır ki; emperyalist hegemonyadan kurtulup bağımsız olarak kalkınma yolunu seçebilecek duruma gelmek, kalkınmanın ilk şartıdır. Ekonomik bağımsızlık bir duygusal istek değil, kalkınmanın ilk gereğidir. (1968)
Milyon metrekare vatan toprağı işgal altındayken millî bütünlüğü bozmakla suçlanıyoruz.
Şiddetli savaş içinde bulunan başka halklarda görüldüğü gibi, şu anda Müslüman halkları da yaşam ve ölüm arasında kalıyor. Bu durumda nasıl bir yol tutmak lazım? Bu soruya cevap verirken, Müslümanların daima şu hususlar üzerinde durması gerekir: Birincisi, Şark ile Müslümanlar arasında bulunan tarihi ve manevi münasebettir. Tarihe bakıldığında İslam dünyası, başta Bizanslılar ve Haçlı Seferleri olmak üzere, son asırlarda da İngiliz ve Fransızların emperyalist istilaları gibi ara verilmeksizin Batının düşmanlık ve zulümüne uğrarken, Şark ile münasebetlerimiz ise tam tersi tamamen dostane bir şekilde sürdürülmektedir. Hem Hindistan ve Endonezya’da, hem de Çin’de İslamiyet, barış içinde yayılmıştır. Bilhassa Japonya’nın, ezilmiş halklara gösterdiği sempati ve Asya halklarının bağımsızlık hareketlerine vermiş olduğu yardımlar fevkalade büyük olup, Şark ve Japonya’nın Müslümanların her zaman dostu olduğunu gösteriyor. İkincisi, Müslümanların birliğini güçlendirerek bağımsızlığa kavuşmaya gayret etmektir. Bu yönde hareketler, Batı Asya’da kuvvetli bir biçimde baş göstermiştir. ABD nin ilerlemesinden korkan İngiltere, Müslümanların desteğini kazanmaya çalışırken bu fırsattan faydalanan Araplar, Arap birliğini meydana getirip, gelecekte İngiltere ve ABD’ye karşı koymak için birleşik bir güç hazırlamaktadırlar. İngiltere ve ABD ye karşı koyan Doğu Asya ile birleşmiş Müslümanlar işbirliği yaparsa elbette İslam’ı yeniden canlandırmak da mümkün olacaktır. Bu yolda muvaffakiyetler görmek için elimden geldiği kadar çalışmak niyetindeyim.
Bir bütün olarak sanat ve özellikle edebiyat, artık yalnızca ideolojik bir silâhtır. Artık ülkemizde edebiyat, insanımızı geliştirmek için değil sakatlamak amacıyla kullanılan, yüceltmeye değil alçaltmaya ve tüm estetik kabiliyetlerini ortadan kaldırmaya yönelen acımasız bir silâh olmuştur; insafsız bir ideolojik ay
dgıttır. Edebiyat, artık estetik özüne çok yabancıdır; bu bir iş ise yapanı da, yaban yapmaktadır. Emperyalist dünya, bozanın mutlaka bozulduğu bir dünyadır; artık bozulmadan bozamıyorlar.
Tekel düzeninin kurulduğu her coğrafyada, iktisatta yıllar önce İngiliz iktisatçı Gresham'ın formüle ettiği 'kötü para iyi parayı kovar' yasasına benzer bir biçimde, 'birikimsizler, birikimlileri kovar' yasası geçerlidir. Çünkü tekelistan'da en büyük düşman birikimdir ve çünkü, birikim bağımsızlığa kapı açarken, birikimsizlik, oligarklara bağımlılığa yatkın formasyonları hazırlamaktadır.
Garp ve Şark, emperyalizm ve sovyet sosyalizmi, kemalizmi yüceltmede birleştiler; 'tampon' devleti meşrulaştırmak ile kemalizmi abartmak bir madalyonun iki yüzü oldular; bu nedenle, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kemalizme bir katolik nikahı ile bağlı olduğu bir Batı ve emperyalist dogmadır. Sınıf analizinden ve tarihten soyutlanmış bir bakışları var, 12 eylül 1980 Darbesi ile Türkiye'de dinsel bir transformasyon yaşadığını göremediler ve hala sezdiklerini dahi söyleyemiyoruz.