Vejetaryenlik

Benim için de (koçun etinden) bir parça hazırladılar. Aldım eve getirdim, koydum dolaba. Dolabı her açtığımda göz göze geliyorum onunla. Bana bahçede baktığı gibi bakıyor. Sanki ben de gözlerimi kaçırıyorum. Onu yemem. Yiyebilmem mümkün değil. Belki uzun bir süre et de yiyemem. Bakarsınız vejetaryen olmuşum... Kim bilir?...

Vegan olmaktaki gerçek mücadele yemeği içermez. Vegan olmanın en zor kısmı insanlığın karanlık tarafıyla yüz yüze gelmek ve umutlu kalmayı denemektir. Neden iyi ve şevkatli insanların kendi zevkleri uğruna hayvanlara karşı gereksiz şiddet gösterdiğini anlamaya çalışmak, şiddetin doğru olmadığını vurgulamaktır.

Açık açık söyleyeyim: Hitler’in yapabileceği her şeye meydana okuyan, hatta onu cüceleştiren bir aşağılama, zulüm ve katliam yatırımıyla her yanımız sarılmış durumda; bizimki sonu olmayan bir yatırım, öyle ki kendi kendini yeniliyor, dünyaya sadece onları öldürmek amacıyla tavşanlar, kümes hayvanları, büyükbaş hayvanlar getiriyor.

Kral, kraliçeler gibi yemek her zaman insanları hasta etmiştir. Fark şu ki, artık herkes kraliyet gibi yiyor ve netice aynı. Doğal vegan beslenme insan için idealdir. Bitkilerde protein, aminoasitler, esansiyel yağlar, mineral, vitamin (kolesterol ve yabancı madde, organizma kirliliği olmadan) vardır ve bu kaybolan saglığı ve dış görünüşü kazanmaya yardımcı olur. Bitkisel beslenme tamdır.

Buzağılar… Küçücük buzağılar o derme çatma kafeslerde güç bela yatabiliyorlar. Zorla ayakta durabiliyorlar ve insanlar dana etinin beyaz olmasını istediği için sonlara doğru demirden de mahrum bırakılıyorlar. Öyle ki artık kendi idrarlarını içmek istiyorlar ve içiyorlar da. Sonunda mezbahaya giderken de bacakları kırılıyor çünkü yürüyemiyorlar. Aynı şey domuzlar ve başka hayvanlar için de geçerli. Bu, çok çok zalimce! Muazzam miktarlarda et üreten endüstriyel tarımın, zalim olduğu gerçeğinden kaçamazsınız!

(...) Ve mezbahalar. Her bir saniye para demek. Bu yüzden bir hayvanı kesmeden evvel bayıltmak kanuni olsa da, ortada bayıltıcı bir alet yoksa, ki çoğu zaman böyle oluyor, elektrik veriliyor hayvanlara ve canlı canlı kesiliyorlar. Bu defalarca ve defalarca gösterildi. Ama benim söylemek istediğim şu: Eğer insanlara bunları anlatırsanız pek çok kişi “Lütfen bana bunları anlatma, ben çok hassasım ve hayvanları seviyorum” diyor. Ben de şöyle düşünüyorum o zaman: “Ama bunun kimseye bir faydası yok".

1970'lerin ortalarında Peter Singer’in endüstriyel tarımın korkunç yönlerini anlattığı “Hayvan Özgürleşmesi” adlı kitabını okumuş ve dehşete kapılmıştım. İnsanların hayvanlara, birer makine gibi muamele ettiğine inanmakta güçlük çekmiştim. Daha sonra tabağımdaki ete bakarken düşündüm: “Bu neyi simgeliyor? Korkuyu mu? Acıyı mı? Ölümü mü?” Ve bir daha asla et yemedim.

Hiçbir şart altında... Bir hayvanı; yemek için öldürme. Ben hayatımda asla et yemedim. Asla, tadının nasıl olduğunu bile bilmem. Vejetaryenlikten gurur duyduğumdan filan değil. Ama bunu yapamıyorum. Ve öldürmek; bir endüstri haline gelmiş. İnsanları doyurmak için hayvanları öldürmek...

Savaş denen bu dehşeti kim sever ki? Belki et yiyenler, daha önce öldürmüş olmaları itibariyle, (kuşları, memelileri, o narin yaralı geyiği, tilkileri) öldürme ihtiyacını yeniden hisseder. Kasap kanlı önlüğüyle kan akıtmayı, cinayeti körükler. Neden olmasın? Yavrucuk bir buzağının boğazını kesmekle kardeşlerimizin boğazını kesmek arasında yalnızca bir adım var. Bizzat bedenlerimiz katledilmiş hayvanların canlı mezarı konumundayken, yeryüzünde ideal yaşam koşullarını nasıl bekleriz?

Onlar ne biliyor ki, -bütün bu akademisyenler, bütün bu düşünürler, dünyanın bütün liderleri- ne biliyorlar ki senin hakkında? Onlar bütün türlerin en haini olan insanın yaratılış tacını giydiğine ikna etmişler kendilerini. Diğer bütün canlılar sadece işkence görsünler, yiyecek olsunlar, giysi olsunlar, sonunda yok edilsinler diye yaratılmışlar onlara göre. Hayvanlar için bütün insanlar bir Nazi; hayvanlar için bu, sonsuz Treblinka’dan başka bir şey değil.

Liste
Yükleniyor…