Şeriatçı, Batılı Türk'e Batılıdan fazla düşmandı. Mütareke günlerinde bir gazetede şöyle bir fıkra çıkmıştı. Sözde bir Türk'e sormuşlar: — Türkiye'yi ittihatçıların mı idare etmesini istersin, Yunanların mı? — Yunanların! diye cevap vermiş.
- Henüz kategori yok.
-
Haluk Bilginer ve Feyyaz Yiğit'in Başrolündeki 'Yan Ya…10.11.2025
-
Yatsı Namazının İslam'daki Yeri ve Kılınış Rehberi10.11.2025
-
PFDK'dan Zorbay Küçük Hakkında Kritik Karar: İdari Ted…10.11.2025
-
Çanakkale'de Yoğun Yağış Dönemi Başlıyor: Hafta Ortası…10.11.2025
-
Zuhal Topal'la Yemekteyiz'in Renkli Yarışmacısı İman D…10.11.2025
-
Başkent EDAŞ'tan Ankara Elektrik Kesintisi Duyurusu: H…10.11.2025
-
Futbol Bahis Soruşturması Kapsamında Eyüpspor Başkanı …10.11.2025
-
Giresun Bulancak Belediyesi Hangi Partinin Yönetiminde?10.11.2025
-
İstanbul'da 10 Kasım Pazartesi Elektrik Kesintileri: B…10.11.2025
-
Konya'da Duyulan Şiddetli Patlama Seslerinin Nedeni Be…10.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
Toplum
Tanzimat'tan beri okullarımıza yabancı dil dersi konmuştur. Fakat öğretim metodu o kadar kötüdür ki okuldan çıkanların yüzde ikisi-üçü ancak biraz faydalanmıştır.
Yahudilikte de şeriatçılık vardır. Tevrat da dünya işlerini düzenler. Fakat İsrail, Tevrat çağına dönmediği için iki buçuk milyonla, yedinci Hicaz asrından ayrılamayan altmış milyon Müslümanı dövmüştür.
Taassup için ahlak, ırz; ırz da bilhassa kadın demektir. İstanbul'da kadınların ırzından yalnız kocaları, ana babaları sorumlu değil idiler. Bütün mahalle halkı, aile hayatını kontrol ederdi. Bir eve kadın alındığı haberi duyuldu mu; imam, bekçi ve belli başlı mahalle eşrafı gider, o evi basardı. Çatı arasına ve kümese kadar aramadığı yer bırakmazdı. Sokakta herkes kadın kıyafetine karışmak hakkını kendinde görürdü. Yüzler, eller, kollar, bacaklar iyice kapanmalı, çarşaflar vücut biçimini hiç sezdirmemeli, peçeler bir süs değil, tam bir örtü olmalı idi. Bazı kibar semtlerde ve Beyoğlu'nda bu disiplin biraz gevşerdi. Fakat harp, pahalılık gibi hadiseler olduğu veya idare aleyhine dedikodular arttığı vakit, hemen kadın kılığı günün meselesi hâline gelirdi. Kadın erkekle bir arabaya binemezdi. Vapurlarda, tramvaylarda, muhallebici dükkânlarında kadın yerleri perde veya kafesle erkek yerlerinden ayrılmıştı. Mesirelere kadar her yerde harem kısmı vardı.
Yalnız bozuk dil değil, bir de bozuk ağız meselemiz var. Argo ve küfür, bizim çocukluk ve gençliğimizde aşağı katın ve arka sokağın bir ayıbı idi. Şimdi bir çeşit züppe süsü olmuştur. Bu çeşit züppe; giyinişinde, yürüyüş ve oturuşunda, tıraş ve konuşmasında tabiiden uzaklaşmayı nedense marifet sanıyor. Kalabalıklarda çok defa kulağınızı tıkamaktan kendinizi güç tutarsınız.
Din ile şeriatı bugün bile birbirine karıştıran üniversite diplomalı kimseler var. Tanrı'ya inanırsınız. Ona karşı güvenlerinizi yerine getirirsiniz. Din burada biter, ötesi şeriattır. Şeriatçılık demek, Müslüman toplumlarını yedinci yüzyıl Hicaz aşiretleri şartlarına doğru geri sürüklemek demektir.
Anayasaya ve Medeni Kanun'a göre kadın ve erkek eşittir. Bir kadın nasıl iki koca alamazsa bir erkek de iki kadın alamaz.
Ben 1932'de Antep'te bir ramazan günü Türk hanımları ile öğle yemeği yemiştim. Yan bakan olmamıştı. Bu ramazan ilacımı alabilmek için Bursa yolundaki bir kasabada bir bardak su bulamadım. Turistler, Müslüman bile değilken, hepsi aç kalmışlardı. Anayasanın 19. maddesi her gün ayaklar altındadır.
Ben bir gazeteye "Hindular ineklerini ahıra sokmadıkça ve Müslümanlar kadınlarını çuvaldan çıkarmadıkça gerçek hürriyete kavuşamazsınız." dediğimde gençler trene kadar arkamdan gelmişler, "Bize bir Çanakkale Beyannamesi bıraktınız." diye teşekkür etmişlerdi.
Hayat Müslüman semtlerinde göze çarpıcı bir yavaşlık gösterir. Buluşmalar şu veya bu saatte değil, "ikindi sularında..." gibi ölçülere bağlanmıştır. Ben "dakika" denen bir zaman ölçüsü olduğunu 1906 veya 1907'de Yakacık'ta iken Hügnen'in trenlerine yetişmek için koşarken öğrendim.
Ahirette bizim cennete, onların cehenneme gideceklerini ilmihal hocalarından öğreniyorduk ama neden bütün dünya nimetleri hep Müslüman olmayanlarda idi?
Takılma, sevimli kılar. Bunu yalnız somurtkan Şark ve çatık kaşlı diktatörler anlamaz.
Cumhuriyet devrinin ikinci kusuru, müspet bilgiye dayanan ilk eğitim terbiyesini kasaba ve köye sokmakta geç kalması ve binlerce köye de hiç sokamamış olmasıdır. Japonlar eciş bücüş yazılarıyla dahi ilk eğitim görenler nispetini İsveç'ten sonra Garp dünyasında rekor derecesine çıkarmışlardır.
Kadın, hanımlığa çıkınca ve toplantılara karışınca cemiyet de yavaş yavaş eski katılığını ve kabalığını kaybetti. Nezaket denen şey, kadının hanımlaşması ile beraber doğdu.
Batı Batı'dır, Doğu ise Doğu... Ne uğursuz günde söylemiş bu sözü söyleyen. Sarıklı, şalvarlı ne isek fesli, redingotlu veya silindirli, fraklı yine oyuz.
Sonra nasıl tarih okumuş bu? Osmanlı padişahlığı devri yalancı şahitli, rüşvetçi kadı mahkemeleri ile dolup taşardı. Her mahkemenin kapısı karşısında bir yalancı şahit kahvesi vardı. O devrin şeyhülislamları ve müftüleri değil midir ki İngilizlere kulluk ederek Anadolu'da vatanı kurtarmak için savaşan cihatçıları fetva ile "tekfir" etmişlerdir. Nasıl cumhuriyet memurudur bu ki cumhuriyete karşı padişahlık devrini ileri sürer? Nasıl cumhuriyet memurudur bu ki Anayasa korurluğu altındaki Medeni Kanun'un erkekle eşit kıldığı, açtığı ve her mesleğe serbest bıraktığı Türk kadınına hakaret eder? Nasıl din adamıdır bu ki dini, en kötü politikacılık yolunda "kirletmeye" cesaret eder?
Muhterem münevver arkadaşlar, aziz yarım münevverler, cahil olup da münevver gibi görünmek isteyenler, sevgisiz snoplar, züppeler, iyiler ve fenalar, büyükler ve küçükler, gençler ve ihtiyarlar, kadınlar ve erkekler, hanımlar ve beyler... Bütün millete lâyık muazzam bir tiyatro kurmak için hep elele verelim, hiç olmazsa bir defa olsun hepimiz bir kültür hareketinin etrafında omuz omuza, göğüs göğüse, elele birleşelim, itiraz yok, İstemek var ve istemek yapmanın başlangıcı, başlamak başarmanın yarısıdır.
Ben senin dilini dinliyorum. Sen de benim dilimi dinleyeceksin. Benim dilimi de öğreneceksin. Herkes her şeyi öğrenecek.
Kıbrıslı Türkler bu adada çok itildi, çok kakıldı, göçmen oldu ve birtakım ciddi sıkıntılar yaşadı. Ancak 1974'te Türkiye'mizin haklı gerekçelerle ve garantörlük hakkını kullanmasıyla yaptığı müdahaleyle Kıbrıs Türkü, bağımsızlığına, özgürlüğüne ve hür yaşamına tekrar kavuşmuştur. Şimdi artık gelinen aşamada gerçek anlamda bir devlet olmanın verdiği bütün nimetleriyle, bir Maraş açılımıyla, yapılacak olan çalışmalarla buradaki insanlarımızın refahı, kaliteli ve müreffeh bir yaşama kavuşması için elden gelen her şey yapılmaktadır.