Roma kendine ihanet etti. Gerçeği biliyordu ve şiddeti seçti, insanlığı biliyordu ve zorbalığı seçti.
- Henüz kategori yok.
-
76ers Retro Gecesinde Raptors'ı Mağlup Etti: Trendon W…09.11.2025
-
Çanakkale ve Marmara Bölgesi'nde Yeni Hafta Yağışlı ve…09.11.2025
-
De'Aaron Fox'ın Muhteşem Dönüşüyle Spurs, Pelicans'ı M…09.11.2025
-
Lakers'ın Galibiyet Serisi Atlanta'da Sona Erdi: Hawks…09.11.2025
-
İstanbul'da Sabah Ezanı Uygulamasına Yeni Düzenleme: İ…09.11.2025
-
Alvaro Morata Como Maçında Sahada Kontrolü Kaybetti: Ç…09.11.2025
-
MasterChef Türkiye'de Kim Elendi? 8 Kasım Eleme Gecesi…09.11.2025
-
9 Kasım İstanbul Su Kesintisi Gelişmeleri: İSKİ'den Du…09.11.2025
-
İstanbul Havalimanı'nda 'Kim Olduğumu Biliyor musun' S…09.11.2025
-
Inter Miami, Nashville Maçında Yenildi: Messi'nin Golü…09.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
Tarih
Kutsal Roma İmparatorluğu adıyla kendisini anan ve hala anmaya devam eden bir araya toplanmış yığın, ne kutsaldır, ne Romalıdır ne de imparatorluktur.
Türkiye’de kadınlar seçilme hakkını, pek çok Avrupa ülkesinden 10 yıl önce aldı. İsviçre’nin 10 yıl önündeydiniz. Bunun farkında mısınız?
Osmanlı tarihinin bir "taleb-i ulûm" devri vardır. Medreselerinde artık ders okunmaz. Sokaklar ikide bir sarıklı delikanlı kalabalığı ile dolup taşar. Her bahane ayaklanmak için bir fırsattır. Bizim de bildiğimiz son zamanlarında medreseler asker kaçağı sığınağı idi. Otuzla kırk arasında yıllanmış yobaz takımına sık sık rastlardık. Bunlar ayaklanmalarda elebaşları idiler.
1908 Meşrutiyeti'ne kadar İstanbul'da elektrik yasaktı. Sultan Abdülhamid'in vehmi yüzünden. 19 Ağustos'ta cülus donanmasını yağ kandilleri ve havai fişeklerle yapardık. Ertesi günden başlayarak bütün gazetelerde vezir ve paşa konaklarının donanma haberlerini görmeli idiniz. Sütünlarca. Ufacık mumlu fenerlerin adı "Kandil-i Süreyya - mesil" idi.
Birinci Dünya Savaşı'nda ordumuz için "Muzaffer olmasın ya Rab!" redifli bir gazel yazan hoca İstanbul'a dönmüş, halifenin şeyhülislamı olmuştu. Bir sarıklı hoca, Sait Molla, İngiliz karargâh kapılarında jurnal verme nöbeti bekliyordu. Medrese, Mustafa Kemal'in ve onunla çarpışanların "katli vacip" olduğuna fetva vermişti.
18. yüzyılın sonlarında medreseye müspet ilimleri sokmayı bırakınız, "Talim gâvur işidir." diye Nizam-ı Cedit ordusunun ortadan kaldırıldığını görüyoruz ki kışkırtma elebaşlarından biri Şeyhülislam Ataullah Efendi idi.
Bence hiç olmazsa Cevdet Tarihi ile Vakanüvis Lütfi'yi okumamak aydın takımı için büyük bir eksikliktir. Geçmiş denen bir şey vardır ya, onun yüzyıllardan beri geçmeyen bir yanı da var ki ikide bir karşılaşmaktan veya geri tepmesinden bir türlü tam kurtuluşa eremiyoruz.
Ne Tanzimat ne Birinci ne de İkinci Meşrutiyet; Osmanlı İmparatorluğu'nu kurtarmanın yolu din ve dünya işlerini ayırmak, Arap medresesi yerine Batı üniversitesi kurmak, akıl hürriyetini sağlamak olduğu üstünde durup onun şartlarını hazırlamamıştır.
1908'den önceki rüştiye ve idadiye okullarından Osmanlı tarihini ilmihal gibi okurduk. Nerede ise padişahlarla peygamberleri birbirine karıştıracaktık. Hükümdarlardan hiçbirinin suçu ve günahı yoktu.
Bütün kârlı gelir kaynaklarımız Düyûn-ı Umûmiye İdaresinin elinde idi. Dolmabahçe, Çırağan, Beylerbeyi ve bunlara benzer saraylara harcanan milyonlarca altın borcu ve yığılmış faizlerini, Rusya'ya yenilmek yüzünden vermeye mahkûm olduğumuz galiba doksan milyon altını ve faizlerini ödemek zorunda idik.
31 Mart'tan kalma bir hatıram, çavuşlar ve neferler meclisi bastıkları zaman sadece bir ittihatçı Yahudi milletvekilinin, Nisim Mazilyah'ın protesto etmek cesaretini göstermiş olmasıdır.
Ama İslamcılık da yalnız biz Türklerde idi. Filistin ve Irak cephelerinde ordumuza Hint Müslüman askerleri saldırıyordu. Peygamberin torunları İngilizlerle birleşerek Hicaz'da isyan etmişlerdi. Lavrens'in emri altında Medine'ye hücum eden Emir Faysal'a karşı dedesi Muhammed'in kabrini biz Türkler savunuyorduk.
Kapitülasyonları henüz bilmezdik. Fakat Osmanlı polisinin ve hafiyelerinin ne Pera Palas ne de Anadolu Demiryolları İdaresi kapısından içeriye giremeyeceğini bilirdik.
Biz tuhaf insanlarız. Birinci Dünya Harbi'ne girmemiş olsak ne olurduk, onu muhakeme ediyoruz. Çünkü girdiğimiz için batmış olduğumuzu biliyoruz. Fakat İkinci Dünya Harbi'ne girmemiş olmanın bahtiyarlığını ölçemiyoruz. Çünkü girip de batmamışız.
Türk çocukları Sèvres Antlaşması ile ne olacağımızı ve Lausanne Antlaşması ile ne olduğumuzu iyice bilmelidirler.
Padişah ki aynı zamanda halifedir. Mustafa Kemal'in arkasından giden Müslüman değildir, diye hocalara fetva çıkartmıştır. Harp divanı Mustafa Kemal'i ve arkadaşlarını idama mahkûm etmiştir.
Bir Osmanlı prensini ilk defa 1910 sularında Fenerbahçe yolunda görmüştüm. Açık körüklü, tekerleği yaldızlı, mavi atlas döşemeli bir fayton içinde; kostümü hemen hemen sarı, kozmetikli bıyıklarının iki ucu dimdik, genççe bir kadın görünce yarı beline kadar dışarı doğru sarkan, arabacısının yanında harem ağası ve peşinde uzun fesli hafiyeleri ile salnamelerde sadece isimlerini okuduğumuz şehzadelerden biri idi. Osmanlı tarihinde kurucu ve savaşçı padişahların destana benzer hikâyelerini ezberliyorduk. Bir Osmanoğlu'nun bu ilk görünüşünü bir türlü hayalime yedirememiştim. Yaşım hayli küçük olmakla beraber, onda bir piyasa züppesinin gülünçlüğünü sezindim.
— Paşa'm söyler misiniz, bu harbe niçin girdik? Ve üç dört sene içinde bunalttığı bir nefesi boşaltmış gibi ohlayarak bekledi. İşte cevap: — Aylık vermek için! Ve ilave etti: — Hazine tamtakırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli ya öbür tarafla birleşmeli idik.
Arap cembiyeleriyle bağırsakları deşilerek etleri çöl güneşinden kavrulmuş olanlar! Sizler, ey Sarıkamış'ın buz dağı üstünde donmuş olanların kardeşleri, siz hep, pomadlı bir yüz derisinin kapladığı boş bir kafanın içindeki bomboş bir hayalin kurbanları değil misiniz?
Bana göre bizim gençliğin aradığı hürriyetleri; kadın, tefekkür ve hayat hürriyetini ancak Cemal Paşa'dan ve eğer varsa onun kafasında olanlardan beklemek gerekti. Enver’le Müslüman Orta Çağ'ı bütün yeşilliği ile devam edecekti.