#yanılsama

Hindu bakışına göre; her bir can tanrısaldır. Tüm dinler tek bir büyük ağacın dallarıdır. O’na hangi adı verdiğiniz onu adlandırdığınız sürece fark etmez. Sadece sinematik imgeler gerçek olarak görünür ancak onlar yalnızca ışığın ve gölgenin konbinasyonlarıdır, demek ki evrensel çeşitlilik bir yanılsamadır. Gezegensel küreler içerdikleri yaşam biçimleriyle, bir kozmik hareketin resmindeki figürlerden başka bir şey değillerdir. Bu resmin ötesinde değil ancak resmin içindeki yaratımın yalnızca bir geniş hareketliliğin resmi olduğuna ikna olduğunda kişinin değerleri kazançlı bir biçime dönüşür ve kendi en yüksek gerçekliğine dayanmış olur.

Kimin gerçek anlamda muhalif, kimin ise sistem içi, onun bir parçası olarak muhalif görünümünde olduğunu algılamak da giderek zorlaşıyor. Şuna benziyor; bir kapıyı açıp başka bir odaya giriyorsun ve evden çıktığını sanıyorsun, ama yine aynı evdesin, yalnızca oda değiştiriyorsun. Çünkü o evden çıkmak kolay değil. İşte o evin kapısında 'sistem' yazıyor.

Karanlık ve derin bir mahzende yüzyıllardır bekleyen kaliteli ve değerli bir şarap sanıyoruz kendimizi. Ama ne yazık ki, şişenin içinde bir damla bile şarap yok. Ama biz hâlâ çok değerli bir şarap olduğumuzu düşünüyoruz. Oysa yalnızca boş bir şişeden ibaretiz. Dışarıdan bakınca dolu görünen, ambalajı güzel, ama boş bir şişe. Bir gün şişe açıldığında ise, ne yazık ki yaşam serüvenimiz de sona ermiş oluyor.

Gerçek ise duvarların ötesinde kalmış. Yaşadığımız yalnızca bir yanılsamadan ibaret. Özgür olduğumuz yanılsaması. Bizi bu boyalı duvarların arkasına hapseden de, o "büyük bir zindan" olan itaatimiz. Dönüp duruyoruz yıllarca bu kısır döngüde, o bir metrelik küçük kayığımızla yirmi metrekare içinde sanki sonsuza dek. Ta ki bir gün duvarları yıkıp, gerçek özgürlüğe ve sonsuzluğa ulaşana kadar. Sanallıktan kurtulup, küçük kayığımızı duvarların ardındaki gerçeğin sonsuzluğunda yüzdürmeyi başardığımızda, işte o zaman gerçek özgürlüğün tadını almış olacağız. İşte o gün özgür bir insan olacağız."

Hepimiz büyük bir hapishanedeyiz. Kendimizi özgür sanan tutsaklarız. Duvarlar beyaz bulutlarla kaplı, boyamışlar maviye kendimizi özgür sanalım diye bir parça. Suyun üzerindeyiz ve önümüzde sonsuz bir ufuk var sanıyoruz. Oysa hareket alanımız 15-20 metrekareden ibaret sistem içerisinde. Hiçbirimiz özgür değiliz, özgürlüğümüzü kısıtlayanlar da dahil. Onlar da, iktidar sahipleri de iktidar makinesinin bir vidası, bir dişlisi olmaktan başka bir şey ifade etmiyorlar. Özgürlüklerini en önce kaybedenler, onu satanlar iktidar makinesinin işte bu dişlileridir. Çünkü özgürlükleri kısıtlayanlar iki kez tutsak olmuşlardır: Birincisi başkalarının özgürlüklerini kısıtladıkları için, ikincisi ise kendi özgürlüklerini iktidar makinesinin dişlileri arasında parçaladıkları için.

Aslında öğrenirken, daha temelde yanlışlık yapıyoruz. Bildiğimizi sandığımız çoğu temel ve basit bilgiyi bile, doğru olarak bilmediğimizi görebiliriz şöyle bir kendimizi yoklarsak. Bizim asıl trajedimiz her şeyi bildiğimizi düşünürken, aslında daha alfabelik çocuk olduğumuzu fark edemememizden kaynaklanmaktadır. Bildiğimizi düşündüğümüz temel bilgiler eğer doğru kurulmazsa, onun üzerine eklediğimiz bilgiler de sağlam temeller üzerine oturmayacak ve eklektik olarak kalacaktır. "Ben bunu biliyorum." diyerek o bilgiyi bildiğimizi farz ediyor ve bir daha ona geri dönmüyoruz. İşte ana yanılsamamız, çeşitli konular arasında diyalektik bir ilişki kuramayışımızdan geliyor. Bunun sonucu ise sorgulamaktan kaçmamız oluyor. Sorgulamaktan kaçtığımız gibi, sorgulayanları da engellemek istiyoruz. Çünkü aslında kendi bilgimize, ya da inancımıza, düşüncemize güvenimiz yok. Einstein'ın dediği gibi, "Evrendeki en büyük ziyan sorgulama yeteneğini yitirmiş bir beyindir." Hepsi çürük temeller üzerinde yükseliyor. Kendi inancını, ideolojisini, dünya görüşünü tam olarak ortaya koyabilecek kaç tane insan vardır? Şu bir gerçek ki, bu tür insanların sayısı çok azdır. Bu psikolojik deneylerle kanıtlanmıştır. Çünkü insanların çoğu bilmeden inanırlar. Ta ki bir gün bilgi evimiz kafamızın üzerine çökene dek böyle de gidecek.

İnsanoğlunun yaşamı iyi ve kötü arasındaki ebedi mücadeleden oluşmuştur. İyilik potansiyeli ne kadar artarsa kötülük kuvvetleri de o kadar güçlenir. Kötü denilen mevhum aslında bir yanılsamadır. İnsanoğlu kötüyü gördükçe ve ona inandıkça kötüyü gerçek kılar. İnsanoğlu karşısındaki kişide kötü bir şey görürse onun bilinci de bu gerçeği onun dünyası için yaratır. Bu yüzden herkes bir diğerinde olan sadece iyi yönleri görebilmeli, kötüleri göremeyecek hale gelmelidir. Bu tabii ki görmezden gelmeli anlamına alınmamalıdır. İyiliğin gerçeği ile kendi kendine teyit edebildiği kötülük arasındaki farkı görmeye çalışmalıdır.

Fiziksel objelerin aslında kendilerinden gerçekliklerinin olmadığını öğretiyorum, bunların ancak zihnin ürünleri olduğunu söylüyorum, aslında hepsi bir hayaldir. Bunların duyularla algılandığı ve ayırt edildiği doğrudur fakat aslında diğer yandan hiçbirinin kendiliğinden kendi doğaları, gerçeklikleri yoktur. Onlar gerçekte görülmüyorlar ama zihin tarafından ‘tasarımlanıyorlar’. Bir bakıma kavranabiliyorlar ama bir bakıma da gerçekte kavranamıyorlar.

Geçmiş, günümüz ve gelecek elbette farklı varlıklarmış gibi görünürler. Ama bir zamanlar Einstein'ın söylediği gibi, "biz ikna olmuş fizikçiler için geçmiş, günümüz ve gelecek arasındaki fark yalnızca ısrarlı bir yanılsamadan ibarettir." Gerçek olan tek şey, uzay-zamanın tamamıdır.

Liste
Yükleniyor…