#sömürü

Hayvanların sömürülmesi modern ekonomiler için ne denli önemli olursa olsun, hayvanları esaret altına almak için öne sürülen faydacı mazeretlerin her biri insanların Auschwitz veya Tuskegee’de köleleştirilmesi ya da üzerlerinde deney yapılması için kullanılması için öne sürülen mazeretler kadar geçersizdir. Hak talepleri faydacı inançları alt eder; zaten hakların işlevi, bireyleri başka birisinin keyfine ya da “toplumun iyiliği için” feda edilmesine karşı korumaktır.

Hiyerarşi on bin yıl kadar önce tarım toplumuyla başladı. Avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik tarımsal pratiklere geçişte insanlar “evcilleştirme” yoluyla hayvanları boyunduruk altına almaya başladılar. Hayvanların evcilleştirilmesinde (bu da genelde zulmü ve zorlamayı gizlemek amacıyla kullanılan bir terimdir) insanlar hayvanları gıda, süt, giysi, taşıma ve toprak sürme amacıyla sömürmeye başladılar. Hayvanların emekleri ve hayatları üzerinde kontrolleri arttıkça insanlar istendik özellikleri elde etmek için hayvan yetiştirmeye başladılar, onları kontrol etmeye başladılar; mesela erkekleri daha uysal yapmak için kısırlaştırdılar. Hayvanları esaret altına almak, üste çıkmak ve kendi mal ve mülklerine dahil etmek için insanlar bölmeler, ipler, kulübeler, zincirler ve demir damgalar gibi çeşitli teknolojiler geliştirdiler.

19. Yüzyıl kölelik karşıtları köle sahiplerinin kölelere nazik davranmasından söz etmiyorlardı, onları iyi besleyip iyi giydirmesinden de söz etmiyorlardı, gerektiğinde dinlenerek çalışmalarından da söz etmiyorlardı. Tersine onlar köle-sahip ilişkisinin tamamen ortadan kalkmasını, kölelerin her türlü esaretten kurtulmasından söz ediyorlardı. Benzer şekilde günümüz kölelik karşıtları da hayvan sömürüsü pratiklerinin ve kurumlarının reformunu reddeder, hayvanların her türden insan sömürüsünden, hakimiyetinden ve zulmünden tamamıyla özgür kalmasını talep ederler.

Rousseau, Condorcet ve Marks gibi birkaç modernist, kalkınma kavramını bütün insanlara faydası olan evrensel bir terim olarak tanımlamış, ama bu denkleme başka türleri katmamıştır. Hiçbiri modern dünyanın insanların kazanımlarının, hayvanların ve dünyanın kaybetmesi pahasına elde edildiği fikri üzerinde düşünmedi. Batı medeniyeti kalkınmayı, milyarlarca hayvanın köleleştirilmesi, sömürülmesi, katledilmesi; doğanın yağmalanıp talan edilmesi yoluyla kendi refahında ve konforunda meydana getirdiği gelişmeler olarak ölçmüştür. Hayvanlar ve ekolojik bakış açısından bakıldığında ise “kalkınma” bir gerilemedir -bu da kürk çiftçiliği, fabrika çiftçiliği, mezbahalar, aşırı nüfus artışı, türlerin yok oluşu, küresel ısınma ve dünyanın giderek kötü bir hal alması gibi korkunç gelişmelerden de alenen belli olmaktadır.

Klasik bir şekilde söylemek gerekirse, birisi “kalkınma” kelimesini söylediği an, silahıma uzanıyorum. En kötüsü ise “kalkınma”; hırs, sömürü, soykırım ve insanların, hayvanların, biyolojik çeşitliliğin şirket-militarizm makinesının devasa tekerlekleri arasında ezilmesinde bir suç aleti olarak işlev görüyor. “Kalkınma” kelimesi olsa olsa, milyonlarca insanın hayatta kalmak için debelendiği bu gerileme çağında zalim bir şaka olabilir.

Sistem maksimum hız ve maksimum yeterlik peşindedir, burada amaç hayvanlara, işçilere ya da halkın sağlığına önem vermek değil, kazanç elde etmektir. Mezbahalardaki hayvanlar bilinçleri yerindeyken zincire asılır, burun ya da anüslerinden kancalara takılır, yukarı kaldırılır, kanı akıtılır, parçalara ayrılır, derileri sökülür, kaynar suya atılırlar. Hayvanlar ölmeden önce mezbahanın içinde yarım millik bir yol gider, on dakikalık elektriktro şok verilir, dövülür ve nihayetinde tamamen ölmeden de adım adım parçalara ayrılırlar.

Dünyayı anlamak için kullandığımız dil son derece önemli; bu dil düşüncelerimizi şekillendiriyor, kısıtlıyor; eğer doğayı bir makine gibi tanımlarsak o zaman ona varoluşumuza yabancı şeylerin bir parçası gibi davranırız. Aynı şekilde eğer hayvanlara eşya ve nesne muamelesi yaparsak, o zaman onlara yaşamı olmayan şeyler, sıradan basit metalar ya da kullanıp atılabilir objeler gibi bakmaya doğru meylederiz. Bu tür kavramlara minnet duyan insanlar hayvanları zincire vuruyor, hayvanları gıda, tıbbi ve eğlence kaynakları olarak sömürüyor; ya da mobilyalarını tırmıkladılar diye ötenazi uygulayarak öldürtüyorlar.

Hangi grup en uzun süre böylesine ezilmiş, en yoğun ve yaygın biçimlerde sömürülmüştür ki hayvanlardan başka? En güçsüz insanların bile gene de hayvanlar üzerinde kontrolünün olduğu, yoksul ya da ezilmiş neredeyse bütün insanların kendini hayvanlardan üstün kabul ettiği, hayvanlara sahip olmak, onları sömürmek ve öldürmek için yasal haklarının olduğu koşullarda hayvan bakış açısı mümkün olan bütün teori, tarih, etik ve siyaset içerisinde olabilecek en radikal değişimdir. Eğer tarih efendiler ve köleler arasında bir mücadele ise; insanlar efendidir, hayvanlar ise köle.

İnsanın insanı sömürmeyeceği, hangi renkten, hangi cinsten olursa olsun, hangi ırktan, dilden gelirse gelsin tüm insanlığın doğa ile uyumlu bir biçimde anlamlı ve onurlu bir yaşamı kardeşçe paylaşacakları güzel yarınları kurmak isteyenlerin yüreklerimizi övünçle dolduran özverili savaşımları boşuna olabilir mi hiç?

Bütün ihtilalat ve fesadın asıl madeni ve bütün ahlâk-ı rezilenin muharrik ve menba'ı tek iki kelimedir: Birinci Kelime: "Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne!" ... İkinci Kelime: "İstirahatim için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim."

Bir hayvan hakları savunucusu olarak, tüm yaşamsal yaşamın eşit derecede değerli olduğunu kabul ediyorum, hepsi de Dünya'da yaşama hakkına sahip, aynı yaşama hakkına sahip, sömürü, kölelik, işkence, taciz ve cinayetten arınmış. İnsanları diğer tüm yaşamlar boyunca yükselten türetme, tarihteki en büyük dehşetlerin sebebidir.

Liste
Yükleniyor…