#sömürgecilik

Aradan geçen kırk yılda, Hıristiyanların cehennemi eylemleriyle on iki milyondan fazla erkek, kadın ve çocuğun haksız yere katledildiğini çok kesin ve doğru bir şekilde tahmin edebiliriz. Doğrusu, öldürülenlerin sayısının elli milyona yakın olduğuna kendimi kandırmaya çalışmadan inanıyorum.

Avrupalılar 16. yüzyılda Afrika’yı adım adım işgal edip her tarafını sömürgeleştirme niyetiyle giriş yaptıklarında karşılarında yerel güçlerin dayanamayacaklarını biliyorlardı. O yerel güçler de gelen Avrupalılar karşısında, Avrupa darbesi karşısında o gün, o asır, en büyük ve de yegane desteğin Osmanlı’dan olacağını bildiklerinden dolayı Osmanlılar 16. yüzyılda bugünkü Mısır’dan Cebelitarık Boğazı’na kadar olan Kuzey Afrika hattında ve Kızıl Deniz havzasında hem Arap Yarımadası sahilleri hem de Afrika’nın doğu sahillerini güven altına aldılar o 16. yüzyıl boyunca. Bu yüzyıl aslında Afrika’nın büyük bir kurtuluş asrıdır.

Avrupa kıtası üzerinde akla uygun bir şekilde “toprak politikası” takip edilecek yerde, nedendir bilinmez, bir “sömürgecilik” ve “ticaret” politikasına saplanıp kalındı. Böylece silâh elde ederek anlaşma yapma zorunlu­luğundan kurtulabilineceği yolunda hatalı bir fikir beslendi. Bunun sonucu ise politikaya bütün bütün beceriksiz bir hal verdi. Aslında bu girişimin sonucu önceden kolayca tahmin edilebilirdi. En so­nunda çamura oturuldu. Dünya Savaşı, Almanya’nın kargaları gül­düren dış politikasının imzaladığı borçları ödemek için bir “masraf pusulası” oldu. En iyi çare, Avrupa kıtası üzerinde topraklar almaktı. Böylece Almanya’nın Avrupa’nın nazarında cesaret ve değeri artırılırdı. Daha sonra sömürge topraklarının elde edilmesi ile yeni bir sahada da ge­nişleme yoluna girilirdi. Bunun için Almanya’nın İngiltere ile bir an­laşma yapması gerekirdi. Yahut Almanya askeri kuvvetini geliştir­mek için 40-50 yıllık kültüre ait bütün masraflarından vazgeçip bütçeyi bu tarafa aktarmalıydı. Bu sorumluluk pekâlâ omuzlanabilirdi.

Latin Amerika'ya İberik Yarımadası'ndan ve Kanarya Adaları'ndan yerleşimler XVI. Yüzyılın başlarından itibaren artarak sürdü. Sömürgeci ve Hıristiyanlaştırmacı bir istilaydı bu elbet ama aralarında geçim derdinde olan yoksullar olduğu gibi idealist, maceraperest-romantik ozanlar da vardı.

Abdülhamid'in tahttan indirilmesi, sadece bizim tarihimiz açısından değil, dünya tarihi açısından da bir milattı. Abdülhamid, son Osmanlı'ydı: Hem Osmanlı'nın üzerine gelen Batı uygarlığının askerî, siyasî, ekonomik ve stratejik saldırılarına göğüs gerecek bir “maddî çağdaşlaşma süreci” başlatmıştı. Hem de, Osmanlı'nın iddialarını, sömürgecilere –ve küreselleşen Yahudi sermayesine– kâbuslar gördürtecek kadar küresel boyutlara taşımıştı.

Fransızlar 1830’da Cezayir’i sömürgeleştirdi, 1839’da da İngilizler Aden’i. Tunus da böylece elde edildi 1881’de. Mısır 1882, Sudan 1848, Libya ile Fas 1912. 1920’de de Avrupa bölüşüverdi Ortadoğu’yu. Bu arada Türkiye’yi paramparça etmek istediler. Batı’nın sömürgeci belkemiği, Mustafa Kemal Atatürk’le, Türkiye’de kırıldı.

Liste
Yükleniyor…