Eylülist Rejim, 12 Eylül öncesinin tüm değerlerini yasaklamayı temel ilke saydı. Bunların bir bölümünü baskılarla, bir bölümünü, yasalarla, bir bölümünü baskılarla, bir bölümünü tekelci ekonomik zorlamalarla gerçekleştirmeye çalıştı. Edebiyat ve sanatta ise, 12 Eylül öncesinin yaratıları tümden unutturan ve reddeden bir eğilim ortaya çıktı.
- Henüz kategori yok.
-
Sivasspor, Ligde Zorlanan Manisa FK'yı Ağırlıyor: Maç …08.11.2025
-
Ünlü Oyuncu Kıvanç Kasabalı'nın Babası Niyazi Kasabalı…08.11.2025
-
6 Kasım 2025 İzmir Su Kesintileri: İZSU'dan Detaylı Aç…08.11.2025
-
Galatasaray, Liderlik Koltuğunu Sağlamlaştırmak İçin K…08.11.2025
-
Fatih Terim, Çekya Milli Takımı İle İlk Görüşmeleri Ge…08.11.2025
-
Adana Semt Pazarında Dehşet: Silahlı Çatışmada İki Mas…08.11.2025
-
Boluspor Teknik Direktörü Arslan'dan Bandırmaspor Maçı…08.11.2025
-
Everton, Gol Sıkıntısını Franculino Dju ile Çözmek İçi…08.11.2025
-
Galatasaray'da Yunus Akgün Fıtık Ameliyatı Oldu: Saha …08.11.2025
-
Bengü'den Çağatay Ulusoy ile Romantik Film Hayali08.11.2025
- Tahir Musa Ceylan 534
- Abdülkâdir Geylânî 488
- Yalçın Küçük 436
- Recep Tayyip Erdoğan 253
- Adolf Hitler 252
- Schopenhauer 200
- Johann Wolfgang von Goethe 197
- Haruki Murakami 191
Liste
#12 Eylül
27 Mayıs’ın klasik ve sıradan bir askeri darbe olmadığı söylenebilir. Kurgusu aşağıdan yukarıya doğru düzenlenmiş, gençlik ve halk hareketleriyle bütünleşip kaynaşmış, ordu içinde devrimci-tutucu hesaplaşmasıyla yönünü saptamış, 1961 Anayasası’yla sosyal devlet kavramını toplum yaşamına geçirmiş, sendikal hakları anayasalaştırmış, yargıç bağımsızlığını sağlamış, sola örülen duvarları büyük ölçüde yıkmış olan 27 Mayıs’ın anlamı 12 Eylül’den sonra büsbütün ortaya çıkmıştır.
Sayın Evren'in Türkiye'yi 12 Eylül ile beraber bir yıkıntıdan, çöküntüden kurtardığına canıgönülden inanıyorum.
12 Eylül'den sonra 48 mahkemede anamdan emdiğim burnumdan geldi. Parmaklarımızdan cereyanlar vererek bizi sorgulamaya tabi tuttular. 'Niye ayet okudun, niye hadis okudun?' dediler. Bir hoca bir ayet okumuş ne var bunda?
Ben hiçbir zaman "Biz darbenin, 12 Eylül'ün mağduruyuz" söylemine ısınamadım. Biz 12 Eylül'ün hasmıyız. Biz onunla mücadele ettik, ona itiraz ettik, savaştık ama yenildik.
Şike Türkiye'de bir devlet politikasıdır ve 12 Eylül'de Kenan Evren'in bir Ankara takımını birinci lige çıkarmasıyla başlamıştır.
Gencecik ölümlerle, zamansız vedalarla, 17 yaşındaki çocukları yağlı urgana taşıyan zihniyetle hesaplaşacağız!
12 Eylül, herkesi ilgilendiren bir dönem. Bazılarının üzerinden geçti, bazıları olayın üzerinden atladı, bazıları kenara çekildi yanından geçip gitmesini bekledi. Ama herkes için çözümsüzlüktü 80 dönemi.
12 Eylül 1980'de askeri darbe sol kesimin üzerinden buldozer gibi geçtiğinde, insanlar hapishanelerde işkencelerde öldürüldüğünde İslamcılar hiçbir tepki göstermedi. Hatta işkence iddialarını soruşturmak için Avrupa'dan gelen heyetlere, zamanın İslamcı önderleri, 'Avrupalılara da ne oluyor? Bizim içişlerimize ne hakla karışıyorlar' diye millî bir damarla siyaset yaptı. Ne zaman ki İslamcıların kendileri mağdur olmaya başladı, o zaman demokrasinin gerekli olduğuna inandılar.
Yeni sivil demokrasiyi yaşatmak konusunda, Türkiye geçmişe oranla daha şanslıdır. Halkın büyük oranlı onayı ile cumhurbaşkanı seçilen sayın (Kenan) Evren, yeni dönemin teminatıdır. Kişiliğe dayalı ağırlığın büyük önem taşıdığı Türk siyasal yaşamında, İnönü'den sonra doğan boşluk, Evren ile doldurulmuşa benzemektedir. (25 Kasım 1982)
Tayyip Erdoğan‘ı 12 Eylül doğurdu! Erdoğan, 28 Şubat’tan çok önce ABD’nin adayıydı. Aydınlık dergisi, 21 Ekim 1996 tarihli sayısında, yani 28 Şubat 1997’den önce bile şu kapakla çıkmıştı: “Abramowitz Tayyip’i Erbakan’ın yerine hazırlıyor.”
Bizi en çok üzen hususlardan birisi, bu harekâta 1 sene öncesinden karar verdiğimiz ve bunun için de sıkıyönetim komutanlarının anarşi ve terörün üzerine bilerek gitmediği şeklindeki haksız ve insafsız beyanlardır. Bu yakıştırmayı bir defa daha şiddetle reddiyorum. Silahlı Kuvvetlerin hiçbir ferdinin böyle çirkin bir düşüncenin içerisinde olacağını asla tahmin edemiyorum. Eğer bizler, böyle bir düşüncenin sahibi komutanlar olsaydık herhâlde üç sene sonunda birçok sıkıntıları hâlledilmiş, anarşi-terör ortadan kalkmış ve enflasyonu yüzde yüz yedilerinden yüzde otuza düşmüş bir duruma gelmiş ülkeyi seçimle gelecek bir iktidara "Buyur!" deyip kısa sürede teslim etmezdik.
12 Eylül'den sonra bazıları geldi: "Efendim, 12 Eylül'ün seneidevriyesi olacak mı? Ona göre tedbir alalım." dediler. "Ne münasebet!" diye cevap verdim. Böyle bir şey yok. Biz kendimizi her gün hatırlatmak için değil, millete hizmet için bu işe atıldık.
… milletimize ve dünyaya ne söz vermişsek hepsini yerine getirmiş olmanın rahatlığı ve mutluluğunu duyuyoruz. En başta gelen, en mühim görevimiz olan anarşi ve terörün belini kırdık. Vatandaşlar, "Yarın ne olacak?" diye ümitsizlik içerisinde değil. Yaşama hakkı güvence altında. Başta üniversiteler olmak üzere bütün okullar öğretim ve eğitime bir gün bile ara vermeden devam ediyorlar. Yüzde yüz yedi civarında seyreden enflasyon, aldığımız etkili ve tavizsiz tedbirlerle iki sene içerisinde yüzde yirmi beşe düşürüldü.
Memleketimiz için komünizm ne kadar tehlikeli ise faşizm ve dine dayalı veya onlara taviz veren rejimler de o kadar zararlıdır. Hatta ben daha da zararlı görürüm. Anayasa'nın başlangıç bölümünü iyi okuyunuz. Bizi birbirimize birleştirecek olan Atatürkçülüktür. 12 Eylül'de ona sahip çıktığımız içindir ki milletimizin büyük desteğine mazhar olduk. Bundan taviz veremeyiz. Ben karşı çıkarım.
İtalyan Sosyal Demokrat üye Amadei, "Ülkemdeki tedhiş hareketlerini iyice artıran Kızıl Tugaylar örgütünün faaliyetlerini bastırmak için bize de bir Millî Güvenlik Konseyi gerekli." şeklinde beyanda bulunmuş. Buna benzer beyanları İtalyan subay ve generallerinin NATO'da çalışan subaylarımıza da söylediği Ankara'ya gelen haberler arasında. "Bizde de bir General Evren çıksa da İtalya'yı bu terör belasından kurtarsa." şeklinde olanlar da var.
Halkın çeşitli kademelerinden çok kimse bize iktidardan gitmememiz hususunda da telkinlerde bulundular. Biz bu telkinlere itibar etmiyoruz zira biz parlamenter demokrasiye inanmış insanlarız. Daha önce de bahsi geçtiği üzere en kötü demokrasi en iyi diktatörlükten daha iyidir. Halkın bu kabil telkinlerini tabii karşılamak gerekiyor. Çünkü Türk halkı eskiden çok sıkıntı çekmiş ve önceki liderlerden nefret etmişti. Bu, rahata kavuşmuş insanların psikolojisidir. Biz 12 Eylül'den önce siyasetçilere çok söyledik, milleti parlamenter sistemden soğutmamalarını ısrarla istedik. Bakın şimdi halk geliyor ve iktidardan gitmememizi istiyor.
Durum hiç de iyi değil. Hiçbir şeyin hâlledildiği yok. Galiba sonunda bu işe müdahale etmek zorunda kalacağız. Eğer durum böyle devam eder ve partiler bu anlayışsızlık içerisinde olurlarsa müdahaleden başka çıkar yol kalmıyor.
Çok açık ve çok ağır konuştum Genelkurmay Başkanı'yken. Yani o kadar açık konuşmalarım var ki işte anılarımda vardır onlar. "Geliyoruz!" dedim yani, "geliyoruz." "Birleşin, bu iki parti birleşsin. Başka türlü Türkiye'nin kurtulması mümkün değil. Bu sağ-sol çatışmasını başka türlü önleyemeyiz." Ecevit kabul etti: "Ben razıyım." dedi. Demirel kabul etmedi: "Ben komünistlerle iş birliği yapmam." dedi.
Bunların korkuları ne, biliyor musunuz? Anarşide muvaffak olundu. Eh, bir de ekonomik durum iyiye giderse, ekonomi de rayına oturursa şöyle düşünüyorlar: "O zaman belki bu yönetim hiç gitmez. Ayrılmazlar." Ama sevgili vatandaşlarım, biz ilk günden beri söz verdik sizlere. Biz memleketin bu problemlerini en kısa zamanda hâlledip kışlalarımıza döneceğiz.
Biz tekrar geriye dönüp bir otoriter rejim getirmek heveslisi değiliz. Biz dejenere olmuş, yolundan sapmış demokrasiyi değil; birbirini seven, birbirini sayan, vatandaş olarak birbirini hor görmeyen bir ortamın bulunduğu demokrasiyi istiyoruz. Yoksa, "Sen filan partidensin, gözün çıksın." anlayışı demokrasiyle bağdaşmaz. Demokrasi bu demek değildir arkadaşlar. Ama rey için, koltuk kavgası için maalesef demokrasiyi bu hâle getirdiler. Ben burada size hitap ederken bir seçim konuşması yapmıyorum. Ben size memleketin düştüğü son durumu anlatmaya çalışıyorum.